İçinde yer aldığımız ve hayatın içinde konumlandığımız hemen her şey bu iki kelimeyi barındırıyor. Korku, içinizin boşaltılıp otla doldurulması eylemidir. Cesaret, yüreğinizi ve beyninizi orta yere koyup, ödenecek bedelleri bilerek “ben de varım” diyebilmektir. Korku, sürekli bahaneler üretir. Öyle ki inanmadığınız her şeyi baş göz edersiniz içinizde. Korkuyu kendine yaşam koçu yapanlar haksızlıklarla, adaletsizliklerle, zulümle iç barışı kurup “ne güzel şey yaşamak” tadında monte edilmiş bir dil ile kıkırdarlar. 

 
Cesaret ise huzursuz edicidir. Sorgulayıcıdır, mücadelecidir.
 
Çok soru sormak ve cevabın peşine düşmektir. Gerçeği aramak, korkunun hâkim olduğu toplumlarda insan yüzünü kızartan bir “suç” olarak sunulmuştur her zaman.  Bastırılmadığı sürece hızla yayılacak ve ucu korku konforu ile idame edilmiş hayatlara dokunacaktır. Sokaktaki, meydandaki her yüksek ses, ya ucu dışarıda bir canavar, ya da ucu içerde bir maşa olarak damgalanmaktan kurtulamayacaktır. Bu bastırıcı ton, elinde cop, gaz, silah, kalas ile karşısındakileri ezenlerin gönüllü şakşakçılığını yaparak oturacaktır sofrasına. “En büyük asker”, “En büyük polis” slogan yağlamasıyla kendini hapsettiği korkuyu kollayan ve suç ortağı olduğu sessizliğine geri dönenler, yok ediciliklerinden vatansever övgüler ile bahsetmeyi hakiki adamlık sanmaya devam edeceklerdir.
 
Her bir ay ve mevsime birçok katliam sığdırmış devlet gerçeğinin toplumsal yansımalarıdır bunlar. Cesareti bir yılan gibi gösterip, daha küçükken başının ezilmesi gerektiği fikrinin kabulünü yaratmış olmanın rahatlığıyla akıtmışlardır doğruluğun ve onun masumiyetinin kanını. Kanın hiç kurumadığı bu topraklarda, her güne, her mevsime sığmayan katliamlar, cinayetler, kayıplar hemen hepsi örgütlenmiş bir korkunun bulaşıcı sessizliğinde organize edilmiştir.
 
Direnenler cesaretin, susanlar ve susturanlar korkunun sahibidir.
 
ODTÜ de yaşananlar ve arkasından yapılan açıklamalar kimin, neyi temsil ettiğine dair net bir göstergedir. İktidara yataklık eden bilim insanları(?), tarihçiler, yazarlar, “aydınlar” ve montaj sanayi entelektüellerinin örgencilerden suçlu yaratma telaşları, iktidara ödenen bir diyet halidir ve onlar korkaklardır.
 
Milli gurur ihtiyacını görecek bir uydu ile sarıp sarmalayacakları propagandanın gümbürtüye gitmiş olmasına öfkeliler. Roboski’yi, Hrant’ı, Maraş katliamını, 19 Aralık Hayata Dönüş katliamının üstünü montaj bir gurur ile örtmek ne şahane bir gündem maddesi olacaktı oysa…
 
Cesaretin hızla yayılıyor olması, farkındalığın ve memnuniyetsizliğin domino etkisine dönüşme ihtimaline karşı, resmi güç korkuyu bulaşıcı hale getirmek için var gücüyle yükleniyor. Korkuya duyulan ihtiyaç her geçen gün iktidarı daha fazla baskı ve şiddete yöneltiyor.
 
Her şeyi yapabileceklerine dair içine düştükleri güç ahmaklığı bu korkudan besleniyor. Cesaretin sesi duyuldukça, yarattıkları korkunun gemiyi ilk terk eden fareler olduğu gerçeğiyle yüzleşecek ama ders çıkarmayacaklar. Çünkü iktidarlar hep ders veririler, ders çıkarmazlar.
 
Cesaret dolu ve özgürlükleri gasp edilmiş tüm insanların, özgür olacakları yeni bir yıl yaşamak dileğiyle…