Bir ülke savaşa girdiğinde, o bir bağımsızlık ya da kurtuluş savaşı değilse, asıl cesaret, savaş naraları atarak cepheye koşmak değil, barışı haykırmaktır!

Şimdi o cesaret zamanı!

Savaşın ilk kurbanı gerçeklerdir; gerçekleri vuran da obüsler, F-16’lar, Leopard ya da M-60 tankları değil medyadır. Her haber, derhal bir “biz” ve “onlar” diline oturtulur; bütün iyilikler ve doğrular “biz”im hanemize yazılırken, bütün kötülükler ve yanlışlar “onlar”ın hanesine yazılır. Ekranlarda yalnızca “biz”im haklılığımızı, kahramanlığımızı, başarılarımızı anlatan “tarafsız” yorumcular, uzmanlar vardır!

Hikâye karşı tarafta da böyle anlatılır. Vatandaşların doğru bilgiye ve yargıya ulaşması; analitik bir akla ve sağlam değerlere sahip değillerse, olanaksızlaşır.

Türkiye, çok sayıda grubun belli sayıda güce yaslanarak (başta ABD, Rusya, İran olmak üzere) tam 7 yıldır çatışıp durduğu Suriye’de sınırı geçti Afrin’e doğru gidiyor. Bu, Fırat Kalkanı’ndan çok daha kapsamlı bir operasyon ve her ne kadar Erdoğan “İnşallah çok kısa sürede bu operasyonu tamamlayacağız” dese de, o “kısa süre”nin ne kadar uzayacağını kimsenin kestirmesi mümkün değil.

7 yıl önce Şam’da Cuma namazı için de “kısa sürede” denilmişti!

Afrin operasyonu uzadıkça maliyet artacak; sadece askeri ve ekonomik olarak değil, toplumsal olarak da!

İlk andan itibaren hedefin Kürtler değil, teröristler olduğunun (YPG/PKK/DEAŞ) vurgulanması boşuna değil! Dün Erdoğan da Kürt koridoru değil, terör koridoru dedi. Bu vurguyu yapan iktidar sözcüleri, içeride ve dışarıda operasyonun tam da böyle algılanacağının farkındalar.

İktidar sözcüleri, sınır boyunca Akdeniz’e uzanan bir “terör koridoru”na izin vermemekten söz ederken, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ Hürriyet’e verdiği röportajda, “Afrin tümüyle temizlenirse Türkiye’nin kazancı ne olur?” sorusuna “… en azından kısa vadede, Kürt Koridorunun Akdeniz’e kadar uzanması ihtimalini kırarsınız” diyordu.

PYD/YPG Afrin’in kontrolünü aldıktan sonra, yıllar içinde, yerel vatandaşların da katıldığı bir yönetim kurdu ve önemli bir halk tabanı edindi. Operasyon uzadıkça ve özellikle şehir savaşı biçimini almasıyla kayıplar artacak, kırılan sadece bir “koridor” olmayacak. Türkiye’nin Kürt vatandaşları da “kırılacak” ve zaten iyice hırpalanmış olan barış içinde bir arada yaşama arzu ve iradesi onarılması güç darbeler yiyecek.

İlk andan itibaren kapsamlı bir savaş görüntüsü veren operasyonun yurtiçindeki sonuçları da bu tür durumlarda hep olduğu gibi olacak! Erdoğan’ın “Hele bir sokağa çıkın, görürsünüz”ünün ne anlama geldiğini, hükümetle aynı dili kullanıp aynı şeyi söylemeyen herkes görecek. Her türden muhalefet ve itiraz kolaylıkla “vatan haini” damgası yiyecek.

OHAL’in mumla arandığı “çok sıkı” bir yönetim koşullarında; vatandaşlar iyice coşturulmuş “milli” duygularla liderin etrafında kilitlenmişken seçime gidilebilecek; işsizlik ve yoksulluk, hak ve özgürlükler ile hukuktan ve adaletten yoksunluk önemsenmeden oylar atılacak; istenen rejim sandıktan patlayarak çıkacak!

Türkiye üç saatte Şam’a varır”, “Kısa sürede Şam’da namaz kılarız” sözleri üzerinden yıllar geçti, Afrin’e giden yolda da üçüncü gün geride kaldı. Üç saatte Şam ya da Şam’da namazın hedefi Suriye rejimi ve Esad’dı. Şimdi Afrin’e gidilirken söylenenler ise nereden nereye gelindiğinin kanıtı.

İşte Başbakan Yıldırım’ın, “Harekâtın başarısı için Suriye devleti ile doğrudan temas gerekmiyor mu?” sorusuna yanıtı: “7 yıl boyunca yaşadıklarımızı göz önüne alırsak kolay olmuyor. Ama dolaylı temaslar alt düzeyde devam ediyor. Geldiğimiz noktada rejim de işin parçası. Bunu da yok sayamayız.

Suriye’yi Esed’den kurtarmak için yola çıkan Türkiye, bugün Afrin’i Esad’ın “vatan haini” ilan ettiği PYD/YPG’den kurtarıp Esad’a teslim etmek için savaşıyor!

İlk düğmeyi yanlış iliklemenin sonucu, yanlışlar yapıla yapıla gelinen nokta bu! Menbiç falan denilerek gidilecek daha ileri noktaların daha büyük maliyetleri olacak.

Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun değerlendirmesi, SP’nin gelinen ve bundan sonra gidilebilecek noktanın tehlikelerini epey net gördüğünü gösteriyor: “Ümit ediyorum ki en kısa zamanda barış ve huzur tesis edilerek geriye çekinilir ve problem halledilmiş olunur. Biz bunu farklı şekilde ırk, mezhep bazına dayandırırsak problemin çözümü olmaz. Biz kendi kendimizi yok ederiz, Amerika’nın, İsrail’in, İngiltere’nin, Fransa’nın işini kolaylaştırmış oluruz.”

Başkalarının değil, kendi işimizi kolaylaştırmanın yolu cesaretten geçiyor. Şimdi daha fazla cesaretle barışı ve kardeşliği savunmaktan! Bu sesi büyütüp yükseltemezsek, çok şey kaybedeceğimiz kesin!