15 Temmuz sonrasında OHAL ilân edildiğinde AKP’liler tehdit bertaraf edilir edilmez ‘normal şartlara’ dönüleceğini ileri sürüyordu. OHAL’in Türkiye’de uygulanan şekliyle keyfiliği ve baskıyı merkeze alan bir pratik olduğunu bilen herkes bu sözlere şüpheyle yaklaştı. Biliyorduk ki iktidarın tehdit fabrikası hiç durmayacak. Sonrasında yaşadıklarımız ne denli haklı olduğumuzu gösterdi. OHAL, kamu huzurunu ve güvenliğini tesis etmediği gibi emsali görülmemiş bir tasfiye operasyonunun kaldıracı oldu. Kurum içi ve kurumlar arası çatışmaların ayyuka çıktığı, yurttaşların birbirlerine olan güvenlerinin tamamen yok olduğu, torba yasaların yerini KHK’lerin aldığı günümüz Türkiyesi’nin çok şey olduğu söylenebilir ama demokratik olduğu söylenemez.

‘OHAL Rejimi’ne karşı Hayır

AKP’nin referanduma OHAL’de gidilmeyeceği vaadinin boş olduğunu söylüyorduk. İktidar blokunun ‘evet’ stratejisi olağan şartlar üzerine değil bilakis tehdit algısı ve korku üzerine inşa edilmişti çünkü. Ve nihayet Saray, OHAL’in bırakın kaldırılmasını, referandum süreci için "rahat zemin" hazırlayacağını açıklayıverdi. Belli ki önümüzdeki aylar yeni KHK’lerin Hayır diyenlerin başında demokles’in kılıcı gibi sallanacağı bir dönem olacak. Baskınlar, gözaltılar, hukuksuzluklar OHAL adı altında sürecek. Şunu hatırlatmakta yarar var. 15 Temmuz sonrası kurulan OHAL rejimi "geçici bir rejim" değildir, bizzat Saray-AKP-Bahçeli üçlüsünün işbirliğiyle inşa edilmiş uzun soluklu bir "hükmetme" biçimidir. Referandumdan Evet çıkması durumunda OHAL Saray’ın tekelinde sürekli ve sınırsız kılınacaktır. Ancak demokratik ilkelere göre iyi örülmüş bir Hayır, OHAL rejiminin önüne geçebilir. Bunu geniş kitlelere anlatmak ise demokrasi güçlerinin sorumluluğundadır.

Yandaş korosu

İktidar bloku, MHP’li muhaliflerden cumhuriyetçilere, Kürtlerden sosyalistlere evet müttefiki olmayan herkesi hedef alıyor. Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticileri 90 gündür tutuklu ama ortada iddianame yok! Hayır kampanyası yapmak isteyenleri durdurmak için valilik yasağından sokak çetelerine kadar her yol deneniyor. HDP’li vekiller, tek tek yaka paça ifade verilmeye götürülüyor. Tüm bunlar yaşanırken kendi konfor ve ikballerinden başka bir şey düşünmeyenler de koro halinde "güçlü Türkiye için evet" diyerek kampanya yürütüyor. "Güçlü Türkiye"den tüm yurttaşların haklarının ve özgürlüklerinin güvence altına alındığı, sosyal adaleti esas alan laik bir ülkeyi anlıyorsak, Evet, o Türkiye düşüne indirilen en ağır darbedir.

İktidar blokundaki fireler

Referandumda iktidar blokunun çatlaması demokrasi adına kazanımdır. MHP’li muhaliflerin Hayır demesi de salt parti içi iktidar mücadelesinin bir parçası olarak düşünülmemeli. Tabanda Erdoğan’ın tek adam yönetimi kurmasını ülke için sorunlu gören azımsanmayacak bir kitle var. Fakat bu kitleyi desteklemek ya da yüceltmek demokratların, sosyalistlerin işi değil. Hayır’da ortaklaşmak sağ muhalif siyasetin söyleminde ortaklaşmak anlamına gelmiyor. Diğer bir meselemiz ise AKP tabanındaki fireler. Ekonomik kriz, dış politikadaki sıkışma ve içerideki belirsizlik ortamında anayasa değişikliğini zamansız ya da gereksiz bulan AKP’liler elbette vardır. Ancak bu tabloya bel bağlamak, fireleri abartmak iyimserliğin ötesinde siyasi körlük olur. AKP’yi 15 yıllık iktidar döneminin sonunda ayakta tutan tek aktörün Erdoğan olduğuna dair kanaatin AKP tabanında yaygın olduğunu görmek gerekir. Anayasa değişikliğinin Türkiye için değil Saray için olduğunu da en az muhalifler kadar iyi bildikleri tartışma götürmez.

Yaşam tarzına müdahale ya da kuvvetler ayrılığı gibi başlıkların kararlı Evetçileri Hayır’a ikna etmek bağlamında zerre kadar önemi yoktur. Henüz kararını vermemiş olan ama sağ yelpazede yer alan seçmenin de özgürlük, demokrasi ve hukuk devleti üzerinden ikna edilmesi ise zordur. Onları Hayır’a yöneltecek gerçek, tek adam rejiminin Türkiye’nin önünü açmadığı bilakis devleti keyfiyete ve istikrarsızlığa sürüklediğidir.

Kolektif cesaret

Hayır’ı dalga dalga örgütlemek aynı zamanda cesaretin toplumsallaşması demektir. Kolektif cesaret, önümüzdeki iki ayda çoktandır umutsuzluğa sürüklenmiş kitleleri bir gündem ve yol haritası çerçevesinde harekete geçirmenin adıdır. Hayır, kamusal alanda dinci-otoriter baskıya maruz kalan kadınları, demokratik tutumu nedeniyle işinden olanları, grevi yasaklananları, çocuğunun geleceğinden kaygı duyanları bir araya getirmenin çağrısıdır. Hayır asla statükoculukla özdeşleştirilemez. Aksine iktidarın değişim olarak sunduğu şey kendi yarattığı statükonun yasallaşmasından ibarettir. Statükocu değil devrimci, savunmacı değil aksiyoner bir pozisyon, bizim Hayır’ımızın başlangıç noktasıdır.