Cumhuriyet duruşmasında aklımıza getirip de dile getirmediğimiz oldu; hukuki hiçbir dayanak bulunamayan bir dosyanın sanığı meslektaşlarımız yine salınmadılar. Bu yalnızca bir örnek; memlekette birilerinin bir şey yapmasının tek ölçüsünün bir tek ağızdan çıkanlar olduğunu gösteren o kadar çok örnek var ki!

Gerçekten gazetecilik yapanların hapsedildiği, ağzından çıkan bir söz nedeniyle habercilerin ekrandan uzaklaştırıldığı, “kol saati ile sembolize olan yolsuzlukların milli mesele ile içimize sindirilmesinin istendiği”, “üniversitelerin bilim adamlarının şu veya bu gerekçeyle biçildiği bir mezbahaya dönüştüğünü”, en parlak beyinlerin kaçacak fırsat aradığı, laiklikten hızla uzaklaşılarak geleceğimizin karartıldığı (liste uzatılabilir) bir ülke olmak istemiyorsak, her işin birinin ağızına bakılarak yapıldığı rejime engel olabilmeliyiz!

Öyle anlaşılıyor ki, akla ve hukuka uygun bir tek gerekçe bulamadığımız halde aylardır hapiste olan gazetecilerin, anayasaya aykırı olarak cezaevine atılan milletvekillerinin özgürlüğü ve bir gece ansızın ODTÜ ormanlarına tecavüz edilememesi gibi çok şey buna bağlı.

Bu da, hayatın her alanında örgütlenmek temel görevini aksatmadan, 2019’a doğru gidilirken yapılacak seçimlerde “tek adam rejimi”ne hayır diyen muhalefet cephesinin başarısına bağlı.

Köşenin başlığı yazılarını yararlanarak okuduğum Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu’na ait. Kaboğlu, BirGün’deki “CHP ve demokratik muhalefet için ortak paydalar” başlıklı son yazısında, 2019 seçimlerine giden yolda yapılması gerekenlere dair önemli saptamalar vardı.

“Çeşitlilik içinde birlik”; onun “Halkoylamasında ‘hayır’ diyen kitlelerin, türdeş olmayan geniş yelpazesi”ni nitelemek için kullandığı ifade. Ülkenin son hız karanlığa gidişini durdurmak da bu çeşitliliğin genişletilerek birliğin korunmasından geçiyor.

Prof. Kaboğlu, birliğin çerçevesinin neye “evet” neye “hayır” denilerek çizilebileceğini de yazdı. (https://www.birgun.net/haber-detay/chp-ve-demokratik-muhalefet-icin-ortak-paydalar-178114.html)

O yazıda; “CHP’ye en çok yöneltilen eleştiri, sosyal demokrat veya sol gelenekten gelmeyen kişilerin seçimlerde sürekli aday gösterilmesi ve ‘Brütüs arayışları’nın partiye yarardan çok zarar vermekte olduğu” diyerek; bir anlamda “sağ seçmen/AKP ne der kompleksi” ve “HDP fobisi”ne işaret ediliyor, CHP’ye önerilerde bulunuluyordu.

Hemen ardından Demirtaş’ın Edirne Cezaevi’nden Cumhuriyet’e yazdığı yazı da önemliydi. Demirtaş, HDP’yi; “Cumhuriyet rejimine demokratikleştirerek sahip çıkan; ortak vatan yaklaşımıyla Türkiye’nin her santimetrekaresini sahiplenen, laikliği savunan, her türlü şiddete tereddütsüz karşı olan, ülkenin birliği içerisinde Kürt sorununun demokratik çözümü için mücadele eden; kadınların, inançların, yaşam tarzlarının özgürlüğünü savunan; emekten, emekçiden, üretenden yana ekonomik programı olan, altı milyon seçmenin desteğiyle parlamentonun ikinci büyük muhalefet grubuna sahip, meşru ve yasal” diye tarif ediyor; hatalarının olabileceğini ve eleştirilebileceklerini kabul ediyor ve “bunlara rağmen HDP ile yan yana gelmekten imtina edip köşe bucak kaçanlar(ın), AKP ile yan yana gelmekten ve görünmekten” rahatsızlık duymamalarını sorguluyordu.

“Çeşitlilik içinde birlik” siyasi öznelerin “kendilerinden vazgeçmeden” ortak bir amaç için birlikte yürümeleri anlamına geliyor. Kendinden vazgeçen, başkaları ne der diye dilini değiştiren, hedeflerini muğlaklaştıran bir anlayışla “birlik” olsa da “çeşitlilik” olmaz. Vatandaşlar üzerinde birleşilen “asgari”ye mecbur ve mahkum edilmiş olur!

Siz kendinizden vazgeçince, toplum “siz”den hayda hayda vazgeçer!

Demokratik hukuk devleti için ‘evet’, bir kişinin keyfi yönetimine ‘hayır’” çok farklı kesimlerin ortak paydası olabilir. Ancak, hiç kimse kendini anlatmaktan; sol ve devrimciler de kötülük karşısında iyiliği örgütlemekten, “adalet, eşitlik, özgürlük, bağımsızlık ve laiklik temelli bir memleket için” mücadeleyi yükseltmekten vaz geçemez.