Montesquieu (Monteskiyö) Üniversitesi panolarında, mavi renk ağırlıklı, büyük boy bir afiş: "Önyargılar sınavındaki Türkiye: Avrupa ile ortak bir gelecek mi?". Afişin solunda ise,...

Montesquieu (Monteskiyö) Üniversitesi panolarında, mavi renk ağırlıklı, büyük boy bir afiş: "Önyargılar sınavındaki Türkiye: Avrupa ile ortak bir gelecek mi?". Afişin solunda ise, dikey düzlemde kalın puntolarla şu sözcükler dikkat çekiyor: "Unie dans le diversite" (çeşitlilikte birleşmiş).

Genç Avrupalılar Derneği ve Montesquieu Üniv. (Bordeaux IV) tarafından düzenlenen tartışmalı konferans (5 Mart Pazartesi), Bordeaux II Üniv. Rektörü B. Begaud'nun açış konuşmasıyla başlıyor. "Yurttaşları Avrupa sorunları üzerine bilgilendirme" ereğinde etkinlikte bulunan Dernek Başkanı N. Jean, bu tür toplantıların, karşılıklı tanıma-anlama eksiğini aşmaya katkıda bulunacağını vurguluyor.

"Önyargılar, gerçekler ve gelecek", toplantıyı özetleyen üç sözcük.

Osmanlı mirasının reddi, Tanzimat'tan alınan olumlu birikimleri (örneğin lâiklik) ve başkalarında oluşan önyargıları göz ardı etmeyi gerektirmez. Siyasal ve anayasal açıdan yakın geçmiş ise, Avrupa serüveni ile iç içe. İlerleme ve geri tepmelerde, paralellik ve hatta örtüşmelervar: içte, "sessizdevrim"olarak nitelenen reformlara karşı direnme, hukuk devleti onarımını durduruyor; dışta ise AB, müzakereleri askıya alıyor.

Şu sorunun altı çizilmiyor değil: eğer Birlik, tarihin yükünü hafifletmek için inşa ediliyor ise, Türkiye tarihi Avrupa için neden bu denli ağırlık taşımaya devam ediyor? Aslında, Türkiye'nin "Avrupalılığını tartışma vesilesiyle Avrupa'nın ne olduğu ve ne olmadığı da sorgulanıyordu. Bu bağlamda, her iki yakada ortaya çıkan karşıtlıklar arasındaki paralellik gözden kaçmıyor: daha az kapitalist, ama daha çok sosyal ve kültürel, doğal olarak eşitlikçi Avrupa gibi benzer görüşleri savunanlar arasındaki dayanışmanın yeterliliği tartışılabilir; buna karşılık, Avrupa'da ve Türkiye'de milliyetçi-ırkçı bakış açılarının birbirini azgınlaştırdığı açık.

Tarihin önyargıları biçimlendirse de, "ortak gelecek" sorusu, bugünkü gerçekler ışığında yanıtını arıyor. Montaigne Üniversitesi'nden (Bordeaux III) Françoise Rollan, Batı'nın, dünden bu yana Doğu yakasına bakışını sorgulayarak, Türkiye'nin Avrupa için önemini öne çıkarıyor. Avrupa'nın SSCB'ye karşı kalkan olarak kullandığı Türkiye'nin, Bölge'de çok yönlü konumunun giderek artan öğelerini sıralıyor. Bn. Rollan'a göre, "Türkiye'nin Kafkasya'ya açılımı, Avrupa'nın Rusya'nın enerji politikalarına bağımlı olmaması" anlamına geldiği için, bu koşullarda Türkiye'yi reddetmek, AB açısından bağışlanmaz bir hata olur.

Ne var ki, "Doğu yakası"nın sahip olduğu kozların sıralanması bilgilendirici olsa da, "ortak bir gelecek" kurma arayışında, mutfağın sorgulanması ağırlıklı. Doğal olarak "Kopenhag Kriterleri" ekseninde demokrasi açığı ile düşünce suçları, tartışmanın odağına yerleşiyor. Türkiye'nin AB'ye ne zaman üye olabileceğinden, alternatif projesinin olup olmadığına kadar uzanan birçok soru...

"Çeşitlilikte birlik", en büyük kozumuz. Anayasa, ulusal kimliklere dokunmaksızın, "ortak bir gelecek" kurmak için "eski bölünmeleri aşma" hedefinde "çeşitlilik içinde birleşmiş" bir Avrupa'yı tasarlıyor. Ortak gelecek, şu dört ilke üzerinde şekillenecek: barış, evrensel değerler (insan hakları, eşitlik, demokrasi ve hukuk devleti), refah ve toplumsal ilerleme. Ve dördüncüsü: "Dünya'da barış, adalet ve dayanışma için çalışmak".

Duguit Amfisi'ni dolduran Türkiyeli ve Avrupalılara soru: Türkiye bu hedeflere zarar mı verir, katkıda mı bulunur? Karar verilirken dikkate alınması gereken birinci nokta, siyasal tercihlerin çok ötesine geçen Türkiye-AB ilişkilerinde, artık hukukî yükümlülüklerin baskın hale gelişi. Bu çerçevede Avrupalılara ahlâk ilkesi (başkasına yönelik) yanında, ama daha çok etik ilkeyi (kendine yönelik) hatırlatmakta yarar var. "Türkiye'siz bir Avrupa" varsayımında dahi, en önemli komşu niteliğini koruyacağı için, Avrupa -Balkan devletlerini entegre etmede kaldıraç olarak kullandığı-Türkiye'nin saygınlığını zedelemekten kaçınmalı. "Avrupa'sız bir Türkiye" seçeneği ise, konuşmamın son cümlesi: "Türkiye, hukuk devletini gerçekleştirmeye mahkûmdur".

Son söz, içimizdeki çelişkiye: "çeşitlilikte birlik" ilkesi gereği, kendisine Avrupa'da yer arayan Türkiye'nin kendi içerisindeki çeşitlilikleri ne derecede hazmettiği. Kuşkusuz, kendi çeşitliliğimizi sindirme güçlüğünü aşabildiğimiz ölçüde, Avrupa içerisindeki yerimiz, hem arayış tarzımız hem de konumumuz itibariyle daha tutarlı ve onurlu olabilir.