Cesaret, her zaman bulaşıcı olmayabilir. Egemenin açık şiddet uyguladığı durumlarda, şiddete maruz kalanların bıçak kemiğe dayanınca isyan edecekleri beklentisi her zaman gerçekleşmeyebilir. İsyan arzusu tabii ki vardır ama egemenin asıl başarısı isyan arzusuyla tutuşanları da gücüyle büyülemesinden gelir.

Egemen öyle bir güç arzusu yaratır ki, ezilenler de bir gün aynı güce sahip olabilecekleri yanılsamasına kapılırlar. Ezildikçe bilenenler bir gün zulmün biteceği günün hesabını yapmaya başlarlar. “Zulmün artsın ki tez zeval bulasın” dileğini dillerinden düşürmemeye başlarlar. Zalimin zulmü katmerlendikçe daha çok insanı boğacağını, herkesi tutuklayamayacağını, giderek kendine karşı gelmeyenlere de zulmetmeye başlayacağını, ezilenlerin sayısı arttıkça, canı yananların feryadı dağı taşı sardıkça zalimin sonunun yaklaşacağı umutları da yaygınlaşır.


En sıradan itiraz bile şiddetle bastırılınca ellerini oğuşturarak beklemeye başlayanların da sayısı artmaya başlar. Zalimin sonu gelmek üzeredir, zulümle ayakta kalan olmamıştır, zulm ile abad olanın sonu berbat olacaktır, vs. Kendi kendine ya da fısıl fısıl konuşmaya başlayanlar olur. Hele bir düşsün, bak neler gelecek başına, yapıp ettiklerini fitil fitil getirecekler burnundan. O günü görmeden ölmek istemiyorum!

Zalim, “sonunu bekleyenlerin” sayısı arttıkça gücüne güç katar.

Zulmünden en az yarayla çıkabilenin mirasından en çok pay alacağı beklentisini zalim yaratır. Düştüğünü görmeden ölmek istemeyenlerin sayısı ne kadar artarsa zalimin ömrü de o kadar uzayabilir. Çünkü, düşüş muhakkaksa o kutlu günde hâlâ sağ salim yaşıyor olmak, hele bir de sahipsiz kalacak gücün bir ucundan tutabilmek önemli hale gelebilir.

Düştüğü güne sağ salim ulaşma beklentisini belirleyen korkudur elbet, ama sadece korku değildir bekleten. Zulüm sadece korkutmaz, ahlakı da bozar. Ahlakı bozan ise korku değil zalimin gücüne duyulan arzudur. Bir gün o güce sahip olma ya da o güçten pay alma beklentisi ezilenlerin bir bölümünü zalime öykündürür. Madem böyle bir güç vardır, o güç “iyilik” için de kullanılabilir! Hem geçmişin zulmünün sorumlularından hesap sormak için de böylesi bir güce ihtiyaç vardır. Zalimler için yaşasın cehennem sloganı tam da bu arzunun, aynı güce sahip olma arzusunun dışavurumudur.

İşte böyle zamanlarda kendisinin sağ kalmasının yolu başkalarının “ölmesinden” geçenlerin cesaret çağrıları yükselmeye başlar. Cesaret güzellemesinin ardı kesilmez. Helal olsun, eğmedi başını, bravo alttan almadı, bak nasıl da karşı çıktı, yıllardır tutuklu gıkı çıkmıyor başı dik direniyor, yanındayız, yalnız değildir sesleri yükselir.

Oysa yalnızdır, içerde olan. Başını ne kadar dik tutsa da, onuruna ne kadar sahip çıksa da yalnızdır. İçerde olanın yalnızlığı, dışardakilerin kendisi arada sıraya doğru gizlenirken bir başkasını öne doğru ittirmesiyle de katmerlenir. Cesaret övgülerini en yüksek perdeden seslendirenlerin korkudan pay çıkarmayı en çok umanlar olduğu bir hal gelişir böylece.

Zulme bireysel isyan onurludur. Elbet öyledir. Ama haysiyetli insanları zalimin önüne atıp, ellerini oğuşturup, zulümden sonrasının hesabını yapanlar haysiyetsizdir. Zalimin zulmünü “ince memedler” sonlandıramaz.

Kimsenin “ince memed” olmasına gerek olmayacak dayanışma ağlarını örmek gerekiyor. Kitle, bireylerin cesaretleriyle büyümez. Bugün zalimin zulmüne karşı cesaret çağrısı yapmak yerine ezilenlerin kendilerini güvende hissedecekleri yapılar inşa etmek gerekiyor.