Âşık olmak, şiir yazmak, kalbe yıldızları buyur etmek kolay mı? “İkindiyi, akşamüstünü, akşamı hazırlayacaksın önce”, “yoksulluğa aldıran bir yürekle”, “yüreğe kadar uzanan bir sıyrıkla” yaşayacak, “düşerken kanatlarına tutunan kuşlar”a mahcup olmayacaksın

Cesurların, karşı koyanların Ülkü’sü

Ülkü Tamer’in yanardağın üstündeki bir kuşa dönüştüğü gün, İbrahim Tatlıses, Yavuz Bingöl ve birkaç ünlü kişinin daha vefat haberlerini gördüm. Gülüp oynuyorlardı, oysa ölüydüler.

Ne yapsalar türkü yakamazlar artık, kar altında deniz düşü kuramaz, geceleyin gökyüzünden güneş toplayamazlar, işte bütün bunları yazdı Ülkü Tamer; “Şiir her gün yeniden başlar / Her sabah uyanır, / yıkar kelimelerini, / harflerini tarar / Uzun uzun bakar akan suya, / dağları düşünmeden edemez” bu demekmiş meğer dedim ve tekrarladım: “Şapkasını bırakıp olduğu yerde / Onurunu alıp giden Allende’yi unutma.”

Suçsuzluğun şiiridir onunkisi, Nuh’un gemisidir, öyle söyler Cemal Süreya: “Baktıkça sevinen, düşündükçe hüzünlenen bir şair. Şiirlerine kulağınızı dayarsanız telgraf direkleri gibi bir vınlama duyarsınız, büyük bir genişlik, bir kutup duygusu. Yalnız, evren karşısındaki şaşkınlığı, ufak bir karamsarlığa dönüşmüş gibi.”

Büyük bir genişlik duygusu… Ufak bir karamsarlık. “Pars ve serçe” diyeceğim lakin onun parsı da serçe kırılganlığında: “Genzinde ufak parsları gezinir / İsa’dan önceki yüzyılların” ve “Ben tenhalık diye serçeleri bilirim.” Şiir de öyledir elbet, “Her gün yeniden anlar / ufacık bir şey olduğunu.”

Yalın sözlerin ardından iki el silah sesi: “Mesleğimiz umut bizim / Kıranlara selam olsun.” Ne de olsa, “Ağzında saman çöpü, içinde tozlu bir kuş, / Tabancasını çekip iyi kalpli bakan” Gary Cooper’ı izlemiş, “Cumartesi haftalıksız dönen ağabeylerin / kaçak girdikleri sinemalarda.”

Şiire özgü estetik, sözcüklerin özenle seçilişi, “Namuslu, çünkü şair olan bir forsa” Ülkü Tamer. Âşık olmak, şiir yazmak, kalbe yıldızları buyur etmek kolay mı? “İkindiyi, akşamüstünü, akşamı hazırlayacaksın önce”, “yoksulluğa aldıran bir yürekle”, “yüreğe kadar uzanan bir sıyrıkla” yaşayacak, “düşerken kanatlarına tutunan kuşlar”a mahcup olmayacaksın.
1 Eylül 2016 Dünya Barış Günü’nde katıldığımız uluslararası etkinliğin en yaşlı-en genç şairleri olarak sohbet ederken, “Bir dizenin Türkçesini arıyorum: Less Like a Dove… İçime sinecek karşılığını bulamıyorum” dediğimde gülümseyerek yanıtlayışı: “Onurcuğum, bu İkinci Yeni, bu dizeyi ben de çeviremem.” Alçakgönüllü, içten, hem sevinçli hem küskün tebessümüyle yaşayacak bende, ‘virgül’ünden esinle yazdığım küçük bir şiirle, onlarca çevirisi arasında belki en çok Max Jacob’un ‘Ayrılış’ıyla: “Hoşça kal havuz, bütün güvercinlerim, / İnce bakışlarınız, yuvarlak uçuşunuz, / Onları unutmadım, yumuşak tüyleri de, / Hoşça kal havuz. / Hoşça kal evim, mavi çatılar siz de / Eşin dostun kurduğu hep görüşelim / Hiç ayrılmayalım diye mevsimler boyu, / Hoşça kal evim…”

Yakındır, Tekin Yayınevi’nden çıkacak son çevirisinde, Wallace Stevens’ın ‘Göktaşı’nda buluşacağız onunla. “Yeni bir anlam yeni bir sözcük demektir” diyerek Üçüncü Yeni’ye çağıracak bizleri, “Şiir, çalılarda yok olan bir sülündür” ne demek, anlatacak, şiirin bir melankoli ve başkaldırı biçimi olduğunu hatırlatacak.

“O eski bir güvercindi her şeyi anlamaya,” büyük Türk şiirinden emanetti bize. “Herkesin uyumasını bekler kaplumbağalar, / sonra teker teker uçarlar” zira “çocuğun savunmasıdır şiir”, beni inandırmıştır.

Cesurların, karşı koyanların Ülkü’sü! “Cenazesini ufak yağmurlar kaldırmıştır.”