Türkiye gibi yoksulluğun ve sınıfsal uçurumların derin izlerini taşıyan ülkelerdeki “kenar mahallelerde”, çalışarak para kazanma konusunda umudunu yitirmiş geniş yığınlar, mafya ilişkileri ağıyla hayatının kurtulacağına inandırılmış durumda.

Çeteleşmenin Türkiyelileşmesi
Fotoğraf: Unsplash

Can Serhat Halis

Afganistan göçü

Afganistan’da ABD’nin ülke yönetimini Taliban’a bırakıp çekilmesinden sonra yaşanan kaotik süreç, milyonlarca insanın Afganistan’dan kaçmaya çalışmasına neden oldu. Tam da bu noktada sadece genç erkeklerden oluşan yüz binlerce Afgan’ın Türkiye’ye yürüyerek göç etmesine izin verildi. Türkiye sınırları -kelimenin gerçek anlamıyla- isteyenin elini kolunu sallayarak girebildiği bir yere döndü.


Daha önce de belirtmiştik, Afganistan ham veya işlenmiş uyuşturucunun yayılım alanlarından biri. Bu konuda öncülüğü çok az ülkeyle paylaşıyor.
Afganistan’dan Türkiye’ye doğru akan yoğun göç ile birlikte Afganistan’da üretilen haşhaş menşeili uyuşturucular da hızla Türkiye’ye girdi. Bir anlamıyla Afgan göçmenlerle birlikte bu hatta bulunan uyuşturucu rotası yeniden düzenlendi. Giriş çıkışlarda neredeyse hiçbir denetimin olmayışı, Afganistan’dan Türkiye’ye gelen bazı kişilerin bu yeni rotada birer taşıyıcı olmasına neden oluyor.

Latin Amerika kartelleri

Ancak Afganistan, Türkiye’nin yeni oluşturulan uyuşturucu rotasında bir üs olması için yeterli kaynağa sahip değil. Böylesi bir kaynak, dünyada uyuşturucu üretimi konusunda zirveyi temsil eden ve ormanlarının neredeyse hemen hepsinde uyuşturucu üretim tesisleri kurulu olan Latin Amerika’dan sağlanıyor. Bir süredir Latin Amerikalı uyuşturucu kartelleri, Avrupa ve Ortadoğu’ya uyuşturucuyu Türkiye üzerinden sokuyor. Mersin Limanı bu işler için tahsis edilmiş bir alan adeta.

Anlaşılıyor ki, Latin Amerika’nın en büyük uyuşturucu çeteleri olan, isimleri ve tarihleri filmlere, kitaplara hatta akademik tezlere konu olmuş Sineloa ve Cali gibi büyük uyuşturucu kartellerinin yeni gözbebeği Türkiye...

Venezuela hükümetinin “kara para aklama” ve “uyuşturucu ticareti” konusunda kendisine en yakın hissettiği ülkelerin başında Türkiye’nin geldiğini söylemeye gerek bile yok sanırım. Yine Mersin Limanı buna şahittir.

Mafyayı mıknatıs gibi çekiyor

Bunların hepsi Türkiye’nin yeni uyuşturucu rotasında oynadığı başat rolü gösteriyor. Kuşkusuz uyuşturucunun Türkiye merkezli şekilde yeniden organizasyonu kaçınılmaz olarak Avrupa’nın ve Asya’nın büyük uyuşturucu baronlarını ve uyuşturucu çetelerini bir mıknatıs gibi Türkiye’ye çekiyor.

Bugün başta Sırp mafyası olmak üzere Azeri, Rus ve İran mafyaları Türkiye’de adeta ‘köpeksiz köyde değneksiz geziyor’. Üstelik mafyanın kendi işleyiş prensipleri gereği, burada daha çok alan kapmaya çalışan gruplar birbirleriyle çatışıyor. İşin içine eski hesaplaşmalar ve düşmanlıklar da girince, öldürme ve silahlı çatışmalar kaçınılmaz oluyor. Başta İstanbul olmak üzere, Türkiye son 8 yılda Sırp, Azeri ve İran mafyalarının kendi iç hesaplaşmalarına sahne oldu. Anlaşılıyor ki bu hesaplaşmaların devamı da gelecek.

Mahallelerin çeteleşmesi

Uyuşturucu her halükarda mafyaları, çeteleri ve çete ilişkilerini Türkiye’ye çekiyor. Sadece yabancı çeteleri değil, onlara özenen küçük sokak çetelerini de yeniden üreten bir aygıta dönüşüyor uyuşturucu burada. Belirli mafyatik davranış kalıplarını benimseyen “kenar mahallelerdeki” gençler, uyuşturucunun da etkisiyle, kendi deyimleriyle “gayrimeşru” diye adlandırdıkları işlere bulaşıyorlar.

Uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması, beraberinde lümpen bir insan tipi yaratıyor. Orta sınıf ve beyaz yaka, bizzat kültür endüstrisi eliyle; uyuşturucuya bulaşmış, onu meşrulaştırmış bir formasyona dönüşerek bu lümpenleşmenin tipik bir örneğini teşkil ediyor. Ancak daha alt sınıflarda bu lümpenleşme kendisini şiddetin üretildiği, kanlı hesaplaşmaların baş gösterdiği, arabesk bir paranoyayla gösteriyor.

Kötülüğün ve acımasızlığın karizmatik bir davranış gibi gösterildiği mafyatik filmler ve buna paralel olarak gelişmiş olan mahallelerdeki baskın kültürel atmosfer ise, buralarda çeteleşmenin alev alması için parlayan bir kıvılcıma dönüyor. Böylelikle buralarda kendilerini gettolarında hesap sorulamaz olarak kodlayan, “âlemin kralı” edebiyatıyla besleyen tipik çeteler boy gösteriyor.

Çetelerin mahalleleşmesi

Yine bu koşullarda kendisini var etmenin ve göstermenin yollarından biri olarak mafyalaşmayı ve şiddetin öznesi olmayı tek çıkış yolu gibi gören pek çok genç türüyor. Özcesi çalışarak ya da legal yollarla büyük paralar kazanamayacağını bilen geniş genç yığınlar, uyuşturucu eliyle organize olan çeteleşmeyi ve mafyalaşmayı kendisine rol alıyor. Kendilerine anlatılan şehir efsanelerinin efsunlu hayallerine kapılan bu gençler, büyük vurgunlar ve bir anda gelecek servet hayaliyle, bu çetelerin en önde harcayacağı birer piyon haline geliyorlar.

Türkiye gibi yoksulluğun ve sınıfsal uçurumların derin izlerini taşıyan ülkelerdeki “kenar mahallelerde”, çalışarak para kazanma konusunda umudunu yitirmiş geniş yığınlar, mafya ilişkileri ağıyla hayatının kurtulacağına inandırılmış durumda. Özellikle buralarda bireyin “kendini gerçekleştirme” ihtimali yok. Bu imkânsızlık içinde çeteleşme bireyin kendisini var edebildiği yegane alana dönüyor.

Barınma, beslenme ve eğitim hakkı

Uyuşturucu baronlarının kollandığı ve desteklendiği, kara para aklama işlerinin hoyratça yapıldığı, uyuşturucuya ulaşmanın çok kolay olduğu bir ülkede; yoksul mahallelerin ve gençlerin çeteleşmenin elinde çırpınan birer maskota dönmemesinin yolu; toplumun barınma, beslenme ve eğitim ihtiyaçlarının hızlı ve eksiksiz bir şekilde karşılanmasından geçiyor. Bu ise mevcut koşullarda barınma, beslenme, sağlık ve eğitim gibi temel insani ihtiyaçların devlet tarafından ücretsiz şekilde karşılanmasıyla mümkün. Diğer türlüsü kaçınılmaz bir çeteleşme demek…