Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Bu konuda yazmayı düşünmüyordum. Ama basındaki Çetin Altan güzellemelerini görünce, “Şeytanın Gör Dediği”ni yazmak şart oldu!
Devrimci devinimin yükseldiği 1960’lar Türkiyesi’nde, idolleşmiş iki bilinç taşıyıcısı vardı: İlhan Selçuk ve Çetin Altan.
Yığınlar, sosyalist düşünceyle ilk kez onların yazılarıyla tanıştılar.
Ceyhun Atuf Kansu, 1966 yılında yazdığı bir şiirde, bu toplumsal gelişmeyi, emekçi bir kadının ağzından şöyle dökmüştü dizelere:
“Kadın dedi: -Bir ekmeği keseceğiz / Kocamla söz ettik, yerine iki gazete alacağız. / Bir Akşam, bir Cumhuriyet… / Evimizde iki konuk: / Biri Çetin Altan, biri İlhan Selçuk.”
Çetin Altan, hakkında açılan basın davalarının sayısı artınca, yargı kıskacından kurtulmak için milletvekilliği dokunulmazlığına gereksinim duydu. 1965’te TİP listesinden “Bağımsız Milletvekili” seçildi. Ancak Meclis’te konuşması İçtüzük engeline takılınca TİP’e katılmak zorunda kaldı.
Keskin bir dili vardı. Söz cambazlığı ve polemik yeteneği ile Meclis içinde ve dışında göz kamaştırıyordu. Parti toplantılarında, mitinglerde Genel Başkan Mehmet Ali Aybar’dan daha çok alkışlanıyordu. Ünü, ülke sınırlarının dışına taşmıştı. Emekçilerden her gün çuvalla mektup aldığını söylüyordu. Bunlardan bir seçmeyi o yıllarda “Onlar Uyanırken” adıyla kitaplaştırdı.
Getirisi kadar götürüsü de olan biriydi. Nereye gitsek, hep Çetin Altan’ın içtiği viskinin hesabını sorarlardı bizden! Söylendiği kadar içer miydi, bilmiyorum. Çünkü partideyken de hep mesafeliydim kendisine…
• • •
Çetin Altan, uzun yıllar önce vedalaşmıştı sosyalizmle. 1 Mayıs 1994 günlü Sabah gazetesindeki yazısında aynen şöyle diyordu:
“Sermaye sınıfının eski tutuculuğunu bırakıp, değişimciliği yeğlemesi ve proletaryanın usul usul tarih sahnesinden silinme dönemine girmesi, Marks’ın öngördüğü sınıfsız bir toplumun hamurunu karmaktadır bugün.”
8 Temmuz 2001 tarihli Sabah’taki yazısında ise açıktan kapitalizmi savunuyordu:
“İşçi sınıfı artık ilerici bir sınıf değil. (...) Evrensel değişimin bayrağı bugün önce bilimcilerin elinde. Sonra da, işçi sınıfını tarihe doğru süpürerek, yeni teknolojilerle üretim yapanların elinde. Türkiye’de değişimin bayrağına TÜSİAD sahip çıkmaya uğraşıyor.”
Teknolojik gelişmenin emek sömürüsünü ortadan kaldıracağını söyleyecek kadar Marksizm’den uzaklaşmış ve umudunu TÜSİAD’a bağlamıştı!
Köylerde tenis kortu ve kuaför olmadığı, satranç ve briç oynanmadığı için ülkenin geri kaldığını söylüyordu.
İmamlar bisiklete binerse, köylüler piyano çalarsa çağ atlayacaktı ülkemiz!
Sabah gazetesine 1980 Darbesi’nden sonra Turgut Özal yerleştirmişti onu. Bir dönem yaşam arkadaşı olan Mine G. Kırıkkanat’ın deyişiyle, “Turgut Özal’ın davetiyle okşanıp yelkenleri suya indirmesi, iktidara yamanıp ilke ve ülkülerini inkâr” etmesi çok kolay olmuştu…
Aslında 1966’daki Malatya Kongresi’nin hemen ardından Akşam’da yazdığı yazıda, sosyalizmden kopacağının sinyalini vermişti. Kongre’de “Divan Başkanı” olarak göklere çıkardığı TİP delegelerini, ertesi gün “rate kafalar” diyerek aşağılamıştı. Onun bu sözleri sosyalist çevrelerde büyük tepki çekmiş; o dönemde sol düşüncenin önemli yayın organlarından olan Doğan Özgüden’in Ant dergisi, kapak yaptığı Çetin Altan fotoğrafının üzerine kocaman bir çarpı çekerek kendisini silmişti!
Çetin Altan, kuşku yok ki bir söz ustasıydı. Ama “sözcüklerin efendisi” olmak, doğru bir yazar olmak anlamına gelir mi?
Çetin Altan da sormuştu bu soruyu bir zamanlar. Akbaba dergisinde Yusuf Ziya Ortaç’ın “güzel yazdığını”, ancak “haklı yazmadığını” söylemişti. Çünkü Yusuf Ziya da, bugün Tayyipgiller’in kutsadığı Necip Fazıl gibi, Menderes iktidarında “örtülü ödenek”ten yemlenen bir kalemdi!
Son yıllarını Milliyet gazetesinde suya sabuna dokunmayan ve kendini yineleyen yazılarla tüketti Çetin Altan.
“Enseyi karartmayın” diye yıllarca söylendi durdu ama enseyi ilk karartan o oldu!
En kötü ölüm, “ölmeden evvel ölmesi”dir kişinin...
• • •

HANDE DEMİRCİOĞLU İÇİN
Zaten öldürüyorlar bizi Hande, acelen neydi böyle?