Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Murat Çetinkaya beklenmedik bir “saray darbesi” ile görevden alındı. Bu hamle TCMB’nin kendi kanununa aykırı olduğu gibi, uluslararası finansal piyasalardaki teamüllere de ters düşer nitelikte. Bankanın kendi verilerine göre 1 yıl içerisinde 175 milyar dolar dış borç yenilemesi gereken, dış borcu 453 milyar dolar civarında seyreden, dolayısıyla “finans kapitalin” himmetine muhtaç […]

Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Murat Çetinkaya beklenmedik bir “saray darbesi” ile görevden alındı. Bu hamle TCMB’nin kendi kanununa aykırı olduğu gibi, uluslararası finansal piyasalardaki teamüllere de ters düşer nitelikte. Bankanın kendi verilerine göre 1 yıl içerisinde 175 milyar dolar dış borç yenilemesi gereken, dış borcu 453 milyar dolar civarında seyreden, dolayısıyla “finans kapitalin” himmetine muhtaç durumda bulunan bir ülkenin, hem de ekonomik kriz ortamında böyle bir operasyon yapması adeta “intihar” sayılabilir.

Bilindiği gibi merkez bankası bağımsızlığı neoliberal tasarımın olmazsa olmaz yapı taşlarından biri. Bunun nedeni ekonomi yönetimlerinin büyüme ve istihdamdan öte finansal piyasaları hoşnut etmeleri, belirsizlikleri azaltmaları gerektiğinin varsayılması. Tüm yetkileri elinde toplamak isteyen Recep Tayyip Erdoğan’ın uzun süredir merkez bankası bağımsızlığından şikayetçi olduğu biliniyordu. Son zamanlarda “rol modeli” Donald Trump’ın da Fed Başkanı ile sorun yaşadığı, başkanlık seçimleri yaklaşırken halkı memnun etmek için faizlerin düşürülmesi yolunda telkinde bulunduğu gözleniyordu. Buna karşın diğer bir otoriter lider Putin’in merkez bankasını serbest bıraktığı, Rus guvernör Elvira Nabuillina’nın da başarılı bir performans sergilediği, “bağımsız merkez bankacılığının” iyi bir örneği olarak telaffuz ediliyordu.
Hatırlanırsa Ağustos 2018’deki kur şokunun ardından TCMB faizleri 625 baz puan artırmış, o günden bu güne politika faizini yüzde 24’te sabit tutmuştu. En son açıklanan haziran enflasyon verisinin yüzde 15,7’lik TÜFE oranıyla 25 Temmuz’daki Para Politikası Kurulu toplantısında faizlerin aşağı çekilebilmesi için manevra alanı yarattığı kabul ediliyordu. S-400 geriliminin gevşemesinin de yardımıyla dolar kuru 5,60’a kadar çekilmiş, 2 yıllık gösterge faiz de yüzde 19 civarında seyretmeye başlamıştı. Ekonomi yönetimi açısından böyle elverişli bir zamanda Murat Çetinkaya’nın görevden alınması gelecek hafta finansal piyasalarda büyük bir çalkantı yaşanacağının habercisi gibi…

Erdoğan’ın “Faizler enflasyonun ana sebebidir” yolunda temel bir tezi bulunduğunu biliyoruz. 2018 Mayıs’ında Londra’da “yatırım bankacılarına” bu teorisini empoze etmesinin ve “para piyasalarında daha etkin bir rol oynayacağım” demecini vermesinin ardından piyasaların nasıl karıştığını, dövizin bir anda sıçradığını hatırlıyoruz.

Bundan sonra ne olur?

Tüm bunlar bilinirken, Çetinkaya’nın azledilmesi, 25 Temmuz toplantısında 5 puanın üzerinde bir faiz indirimi talep edildiği ve bunun da kabul görmediği izlenimi yaratıyor. Çok büyük bir olasılıkla 8 Temmuz haftası döviz fırlayacak, borsa çakılacak, faizler yeniden tırmanacak. Kısacası 25 Temmuz’da faiz indiriminin önünü kesen bir ortam oluşacak.

Bunca gürültünün ardından eğer PPK’den sert bir faiz indirimi kararı gelmezse, bu kez Erdoğan’ın otoritesi bir kez daha sarsılacak. Bu nedenlerle çok çalkantılı haftaların ekonomiyi beklediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Türkiye durgunluk içerisinde enflasyonun yaşandığı, yurtdışına net borç ödenmesi nedeniyle kriz ortamının bir türlü geride bırakılamadığı bir süreçten geçiyordu. Piyasalardaki yaz sükuneti, bu yapısal krizin aşılmasına bir olarak yaratmasa da en azından göstergelerin daha da kötüleşmediği bir ortam söz konusuydu. Korkarım ki, nasıl 2018’i Rahip Brunson kriziyle hatırlıyorsak, 2019 da “Çetinkaya krizi” etiketiyle kayda geçecek. “Kendim ettim kendim buldum” ise 2019 Temmuz’un en popüler namesi olacak.