Sinan Ateş cinayetinin üzerinden bir ay geçti. Tetikçi Eray Özyağcı hâlâ kayıp. Suikastın kilit isimlerinden Doğukan Çep aynı zamanda İstanbul Gülsuyu’nda uyuşturucu çetelerine karşı mücadele ederken öldürülen Hasan Ferit Gedik cinayetinin de faillerinden. 35 yıl ceza alan ve 4 yıldır aranan Çep’in, Ateş suikastıyla ilgili verdiği ifadeden öğreniyoruz ki, arandığı süre boyunca Çekmeköy’deki evindeymiş. Kapısını çalan olmamış. Eğer Cumhurbaşkanı’na ‘hakaret etseydi’ hızlıca bulunur, sabaha karşı kapısı koçbaşıyla kırılır ve gözaltına alınırdı. Şüphelilerden biri ve ilk gözaltısı MHP Mv. Olcay Kılavuz’un evinde gerçekleşen eski Ülkü Ocakları Genel Merkez Yöneticisi Tolgahan Demirbaş’ın tutuklanması için bu alma-salıverme işlemi tam 3 kere tekrarlandı. MHP’li özel kalem müdürü Emre Yüksel, MHP’li Av. Serdar Öktem, tetikçiye para gönderdiği ortaya çıkan ve 2013’te cinayetten 20 yıl almasına rağmen sadece 1 yıl yatıp çıkan MHP İstanbul İl Yöneticisi Ufuk Köktürk ve katili İstanbul’dan Ankara’ya getiren iki özel harekat polisi de dahil olmak üzere, Ateş suikastıyla ilgili 18 kişi tutuklu. Savcı izne ayrıldı, Kılavuz’un ‘sahibiniz gelsin’ dediği polis sürüldü.

***

Fail, şüpheli, kaçak, tutuklu derken suikastla ilgili kurulan her cümlede göze çarpan üç büyük harf var; ‘MHP’. Haliyle işi tam da bu olan gazeteci Yıldız Yazıcıoğlu sordu: “MHP’ye yönelik iddialara yanıt verecek misiniz?” Sorusunu sade, anlaşılır bir biçimde ve doğrudan konunun muhatabına yönelten Yazıcıoğlu’na, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yanıtı da aynı derecede sade, anlaşılır ve muhataplarına, yani bütün gazetecilere yönelik oldu. “İşine bak, hadi, işine bak!” Parça tesirli sorusu nedeniyle gazeteciyi Bahçeli’nin yanından iterek uzaklaştırma görevini Bahçeli’nin özel kalem müdürü ve MHP’li vekiller üstlendi. Böylece işini iyi ve doğru yapan bir gazeteci sayesinde daha cevapsız görünümlü cevaplar aldık.

***

Gazeteci Hale Gönültaş hakkında, tecavüze uğrayan 12 yaşındaki bir kız çocuğunun devletin koruması altındayken pavyonlarda çalıştırıldığını ortaya çıkaran haberi sebebiyle soruşturma başlatıldı. Haberde adı geçmeyen polis memurunun ‘istismar’ ile kastedilenin kendisi olduğunu söyleyerek hakkında suç duyurusunda bulunduğu gazeteci Gönültaş, elindeki belgelere dayanarak yazdığı haberin arkasında. İfadesi için evine gelen ve “arkadaşımıza iftira atmışsınız” diyen iki tehditkâr polisten de şikâyetçi. Haksız yere suçlandığını söyleyen polis memuruna göre amaç kendisi üzerinden ‘devletin kurumlarını ve emniyeti yıpratmak!’ Her esintiden etkilenebilme özelliği bulunan, aşırı kırılgan, kutsal bir kumaşa sahip olduğu için ancak hassas yıkama yapılabilen devletimizin bu konudaki sessizliği de yine cevapsız görünümlü cevap niteliğinde. Gazeteciye, hem de haberinde adı geçmeyen bir kişinin şikâyetiyle soruşturma açmak konusundaki heves, acaba tecavüz mağduru bir çocuğun devlet koruması altındayken nasıl olup da pavyonlarda çalıştırıldığının anlaşılabilmesi için de gösteriliyor mu?

***

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, BirGün Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Aydın ve BirGün muhabiri İsmail Arı’ya dava açtı. Arı’nın, bir kamu kuruluşu olan Emlak Konut’un Bodrum’daki 180 bin metrekarelik deniz manzaralı arsa ihalesinin bakanın kuzeni Sedat Varank’ın şirketine verilişine dikkat çeken haberi, savcıya göre Bakan Varank’ın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici nitelikte olduğu için sonucu hapse giden bir davanın açılmasını gerektiriyor. Neyin asılsız suçlama olduğuna yer verilmemiş olsa da, Türkiye’de ‘itibar suikastlığı’ bütün iddiaların üzerinde teveccüh görüyor. Cevapsız görünümlü cevaplar, iktidar mensuplarının şikayetleriyle bezeli savcı iddianamelerinde yer alıyor. Gazeteci Murat Ağırel’ın eski AKP MV. Şükrü Ayalan’ın yurtdışından aldığı 50 Euro’luk ilacı SGK’ya 3.750 Euro’ya satarak usulsüzlük yaptığını iddia ettiği haberi üzerine AKP’li eski vekil suçlamaları cevaplamak yerine gazetecileri mahkemeye vermeyi tercih etti. Ve yargı Ağırel’ın ilaç sektörüne dair yazdığı köşe yazılarını söz konusu vekilin ‘kişilik hakkının ihlal edildiği’ gerekçesiyle engelledi. Aile mahkemesinde alınan bu karar, çocuk ve kadınları koruma kanununa dayandırılarak verildi. Bu da oldu; gazeteci yargı yoluyla siyasetçiden uzaklaştırıldı.

Türkiye yazık ki, mevki-makam yükseldikçe sorumluluğun artması gerekirken tam tersi şekilde, koltuk sahiplerinin sorumsuzluk kalkanıyla kuşandığı bir ülke. Hakaret ve tehditler eşliğinde cevapsız görünümlü cevaplar işitmenin sonuna geldik. Bir devlet lazımsa, önce adalet sağlanmalı.