Yeni yönetmelikle ÇED süreci Bakanlık ve yatırımcı arasındaki ilişki ile şekilleniyor. Odalar, barolar ve halk ise sürecin dışında bırakılıyor.

Çevre yönetmeliği iptal edilmeli
Fotoğraf: Unsplash

Dr. Ali UĞURLU*

Kapitalizm doğası gereği artık büyüyemiyor. Büyümeye çalıştığında ise doğayı ve çevreyi tahrip ederek İklim krizini büyütüyor. Bu sürdürülemez durumu veya aynı anlama gelen uygarlık krizini yavaşlatmak için ise bir yandan da tahrip ettiği doğayı sözde korumak üzere yasalar, yönetmelikler hazırlıyor. Gerçekte böyle bir samimiyetin olmadığı günü geldiğinde ya bu yasaların arkasından dolanıyor ya da çark ediyor. İşte 29 Temmuz 2022 tarihinde bir kez daha yeniden yayınlanan “Çevresel Etki Değerlendirmesi” (ÇED) Yönetmeliği de böyle.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca ilk olarak 7 Şubat 1993 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren ve bugüne dek çeşitli revizyonlarla 16 kez kısmi, 6 kez tamamen değiştirilen yönetmeliğin; bu kez de “Yeşil Kalkınma Hedefleri” (!) doğrultusunda yenilendiği belirtilmektedir. Bu değişikliğin gerekçesi olarak, “Türkiye’de yatırımların çeşitlenmesi, iklim değişikliği ile mücadele ve sıfır atık çalışmaları, bilimsel ve teknik gelişmelerin takip edilmesi, zaman içerisinde karşılaşılan yargı kararları, diğer mevzuatlarda yapılan değişiklikler” gösterilmektedir. Yayımlandığı 1993 yılından bu yana tartışmalara neden olan, çevreyi ve insanı korurmuş gibi yapıp etrafından dolanan, odağına doğayı ve insanı almaktan uzak olan ve son yıllarda kes yapıştır yöntemi ile hazırlanarak içeriği iyice boşaltılan ÇED yönetmeliği bir kez daha tartışmalara neden olmaktadır. Özellikle AKP’ li yıllarda değiştirilen yasalarla çevrenin ve doğanın alabildiğine tahrip edildiği bu dönemde ÇED yönetmeliğinin bir kez daha çevreden ve insandan yana olmayan hükümlerle yeniden yayımlanması dikkatle değerlendirilmelidir.

Geçtiğimiz hafta ülkemizin en büyük meslek örgütü TMMOB ve TBB’nin yayımlanan yönetmeliğin iptali için Danıştay’a başvurduğunu biliyoruz. Gerekçe; yeni yönetmeliğin ÇED sürecinde halkın, sivil toplum ve meslek örgütlerinin ve yerel yönetimlerin etkisini kısıtlayan, şirketlerin yatırımlarını daha hızlı gerçekleştirmelerine yarayan, ÇED süreci uygulanacak projelerin kapsamını ve incelenecek etki sahasını daraltan düzenlemeler içermesi elbette. Bu düzenlemeler ile Bakanlık, yatırımların çevresel etkilerini denetlemek yerine, gerçekleştirilmelerini takip etmeyi hedeflemektedir. Gerçekte projelerin çevreye zararını engellemeyi amaçlaması gereken ÇED Yönetmeliği iktidarın kalkınma hedefleri ile şirketlerin yatırım faaliyetleri çerçevesinde yeniden yazılmıştır. Dava konusu Yönetmelik; yapı üretim sürecinde yer alan tarafların, meslek odalarının, üniversitelerin ve kamu kurumlarının katılımı olmaksızın, görüş ve önerileri alınmaksızın hazırlanmıştır. Oysaki Anayasa hükümleri; tarihsel, kültürel ve doğal değerlerin korunması, tarım arazilerinin ve orman alanlarının korunması, kent ve planlama politikalarının kamu yararına geliştirilmesi için Devleti gerekli tedbirleri almakla görevlendirmiş, bunun için gerekli yasaları koymak ve önlemleri almakla yükümlü kılmıştır. Bu çerçevede yapılı ve doğal çevrenin sağlıklı ve kamu yararını gözeten politikalar çerçevesinde üretilmesi; kamu yönetiminin, merkezi ve yerel yönetimlerin, meslek mensuplarının, meslek kuruluşlarının ve ilgili tüm kesimlerin ülke adına ortak sorumluluğudur.

ÇED yasasının halkın ve doğanın aleyhine hükümler içermesi geçtiğimiz aylarda TBMM tarafından onaylanan Paris İklim Anlaşmasının özüne de aykırıdır. Bakanlık yeni yönetmelikte yeşil kalkınma hedefleri kapsamında değişiklik yapıldığını belirtiyor. Bakanlığın yeşil kalkınma olarak nitelendirdiği hedefler, Paris Anlaşması'nı yürürlüğe koyduktan sonraki süreçte dile getirilen yeşil mutabakat çalışmalarının aslında bir parçası. 2053 yılı için sıfır emisyon hedefiyle yola çıkan kapitalizm; sermayenin daha çok kirletmesi, doğayı ve insanı daha çok olumsuz etkilemesi için ÇED yasasını halkın aleyhine yeniden bir kez daha değiştirerek tarihsel misyonunu yerine getirmiştir.

Yeni yönetmelikle, çevre yönetiminin organizasyonu Bakanlık ve yatırımcı arasında ilişki ile şekilleniyor. İklim krizinin gerçekte mağduru olan yurttaşlar, meslek odaları, sendikalar yani sivil halk tamamen sürecin dışında bırakılıyor. Yeni yönetmelikte; dernek, vakıf, meslek odası, birlik gibi tüzel oluşumlar, artık ÇED sürecine katılma hakkına sahip değiller. Bu, ÇED sürecindeki toplantılara meslek odalarının, derneklerin ve baroların katılması durumunda söz hakkı almasını engellemeye yönelik bir girişimdir. Anayasa’nın 56. Maddesiyle birlikte düşünüldüğünde; çevrenin korunmasının sadece bir hak değil aynı zamanda ödev olması karşısında katılım, çevresel ödevin yerine getirmenin vazgeçilmez bir öğesidir. Mesleki sorumlulukları gereği bilimsel anlamda konunun uzmanı ve sahibi olan kurumlar sürecin dışına itilmektedir. Yönetmelik ile; halkın tanımı değiştirilerek TMMOB ve Odalar gibi konusunda uzman meslek odaları ile sivil toplum örgütleri, yurttaşlar süreçten uzaklaştırılmış; halkın katılımı toplantıları Bakanlıkça yetkilendirilen kuruluşlarca planlanacak olan “bilgilendirme” etkinliğine dönüştürülmüş; ÇED sürecinde süreler kısaltılarak yatırımcı şirketlere inisiyatif sağlanmış; ÇED incelemesi yapılacak saha, proje alanıyla sınırlandırılmıştır. Projelerin kapsamının belirlenmesi Bakanlığın tekeline bırakılmış; projelerin çevresel etki denetimi yapmak yerine, yatırımların gerçekleşmesini takip etmeyi öngören düzenlemeler getirilmiş; birçok proje ve faaliyet ÇED kapsamından çıkarılmış ya da kapsamı değiştirilmiştir. 2872 sayılı Çevre Kanunu çevrenin korunmasına, iyileştirilmesine ve kirliliğinin önlenmesine ilişkin genel ilkelerin sayıldığı 3. maddesinin (e) bendinde; çevre politikalarının oluşmasında katılım hakkının esas olduğu düzenlenmiş, Bakanlık ve yerel yönetimlere; meslek odaları, birlikler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşların çevre hakkını kullanacakları katılım ortamını yaratmak görevi yüklenmiştir. Bununla birlikte çevrenin korunması başlıklı 9. maddesinin (a) bendinde de; çevrenin korunması amacıyla; doğal çevreyi oluşturan biyolojik çeşitlilik ile bu çeşitliliği barındıran ekosistemin korunmasının esas olduğu, biyolojik çeşitliliği koruma ve kullanım esaslarının, yerel yönetimlerin, üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve ilgili diğer kuruluşların görüşleri alınarak belirleneceği düzenlenmiştir.

Yeni yönetmelikte ÇED raporunun kapsamı, içeriği, iskeleti ilgili kamu kuruluşu, üniversite, meslek odası, sendika vs. kuruluşların katılımı ile meydana getirilen komisyon tarafından yürütülen kapsam belirleme toplantısı kaldırılarak ÇED raporunun içeriğini hazırlama görevi Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'na verilmiştir. Yeni yönetmelik ile birlikte izleme süreci inşaat sürecine indirgenerek, projenin işletme sonrasına ilişkin sürecin izlenmesi yönetmelik kapsamından çıkarılmıştır. Bilindiği üzere, ÇED süreci, işletme öncesi, işletme sırası ve sonrası dönemleri kapsamaktadır. ÇED raporunda proje sahibinin işletme sonrasına dair de taahhütleri bulunmaktadır. Örneğin, işletilmiş bir maden ocağının eski haline getirilmesi proje sahibinin taahhütleri arasında yer almalıdır.
Yönetmelik ile; halkın tanımı değiştirilerek; halkın katılımı toplantıları Bakanlıkça yetkilendirilen kuruluşlarca planlanacak olan “bilgilendirme” etkinliklerine dönüştürülmüş; ÇED sürecinde süreler kısaltılarak yatırımcı şirketlere inisiyatif sağlanmış; ÇED incelemesi yapılacak saha, proje alanıyla sınırlandırılmış; projelerin kapsamının belirlenmesi Bakanlığın tekeline bırakılmış; projelerin çevresel etki denetimi yapmak yerine, yatırımların gerçekleşmesini takip etmeyi öngören düzenlemeler getirilmiş; birçok proje ve faaliyet ÇED kapsamından çıkarılmış ya da kapsamı değiştirilmiştir. Tüm bunlar, katılımcı süreçlerden uzak olarak hazırlanan; halk ile birlikte çevre ve meslek örgütlerini süreçten uzaklaştıran, merkezi elden yatırımcı şirketlerin lehine yürütülmesini önceleyen, çevre ve kıyı alanlarını tehdit ederek yaşanabilir çevre hakkını gasp eden ÇED Yönetmeliği’nin; herkesin sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkını güvence altına alan ve Devlete çevreyi geliştirme, çevre sağlığını koruma ve çevre kirlenmesini önleme görevi yükleyen Anayasanın 56. maddesine; bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin korunmasını sağlama yönündeki 2872 sayılı Çevre Kanunun amacına ve Kanunda öngörülen çevrenin korunmasına ilişkin ilkelere aykırılık taşımaktadır.

İnsanlık tarihi için bir çağ dönüşümü zamanıdır. Kapitalizm dahilinde bu durumdan çıkmak mümkün değildir. Asıl amacı, ne olursa olsun daha çok kar etme üzerine kurulu bu düzen ÇED yönetmeliği değişikliğinde olduğu gibi zaman zaman samimiyet testleriyle karşı karşıya kalmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir büyüme, karbon ayak izi, yeşil teknoloji, sıfır atık, sıfır emisyon kapitalizmin son yıllarda zevahiri kurtarmak için tedavüle soktuğu kavramlardır. Kapitalist süreçlerle doğanın alabildiğine tahrip edildiği, havanın, suyun kirletildiği ve bütün bir dünyaya meta gözüyle bakılıp yaklaşıldığı bir çağda bu söylemler, göstermelik yasa ve yönetmelikler tartışmalıdır. Bu nedenle çözüm kapitalist düzenin süreçleri dışında aranmalıdır. Ekolojik yıkıma ve iklim krizine etkin ve kalıcı çözümler bu sürecin ciddi olarak sorgulanması sonucu ortaya çıkabilir. Bu anlamda üretim ve tüketimin kısılarak yaşam tarzının yeniden ele alınması ve tanımlanması zorunludur.

* Eski TMMOB Kimya Mühendisleri Odası Başkanı