Nasıl günler yaşadığımız cümlenin malumu. PEN olarak 2020 PEN Duygu Asena Ödülü’nü, Alman Kültür Merkezi'nde yapılan törende Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na verdik. Ödülü platform adına alan Gülsüm Kav Önal’ın, platformun çalışmalarını derleyen ve bu ay Doğan Kitap’tan çıkan ‘Yaşasın Kadınlar’ı da Ayın Kitabı seçildi. Daha yüzlerimizdeki tebessümler doğru-dürüst yerlerine oturmadan, Dünya Kadınlar Günü’nde gece yürüyüşleri için Taksim’e çıkmak isteyen kadınlar fevkalade orantısız bir şiddetle karşılaştı. Belki de, hâkim güçlerde uyandırdıkları korkuyla orantılı demek gerekiyor. Yılmadılar elbette…

Öte yandan İdlib belirsiz durumda. Corona-virüs almış başını gidiyor, her yerde savaş var, mülteciler çaresiz… Bunları görmemezlikten gelmek mümkün değil, öyle yapmak da istemiyoruz zaten. Ben bu durumlarda hep son sığınağımız olarak gördüğüm edebiyata sığınıyorum. Bir de müziğe… Son iki-üç yıldır İKSV Müzik Festivali’nin etkisiyle klasik müziğe de, tabir caizse, sardığım için mi bilmem, oldum olası sevdiğim caza ek olarak her yandan yükselen sesine kulak vermeden edemiyorum.

Örneğin, son yılların iyi festivallerinden Opus Amadeus Deniz Müzesi’nin emsalsiz atmosferinde Alman basınında ‘barok müziğin pop starları’ olarak tanımlanan 4 Times Baroque’in pırıl pırıl açılış konseriyle başladı. Mehmet Mestçi yönetimindeki Opus Amadeus 22 Nisan’a kadar bizimle.

Pazartesi akşamı ise Cem Mansur geldi geleli çehresi değişen, programını yenileyen Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda Ulusal Basque Orkestrası eşliğinde keman virtüözü Alena Baeva çaldı. Geçen Perşembe akşamı da gene CRR’de, Academy of Ancient Music’in kısa bir süre için her şeyi unutturan konserindeydik. Bu akşam İş Sanat’ta Amsterdam Royal Concertgebouw’un üyeleri tarafından kurulan Camerata Royal Concertgebouw var. Mozart’tan Senfoni No. 40 ve Beethoven’den Piyano Konçertosu No:2’ nin seslendirileceği konserin şefi ise, usta piyanist Jean-Efflam Bavouzet.

Yani çevremizi müzik sarmış durumda. Tabii cazı da yadsımıyoruz. Zorlu PSM Caz Festivali programının açıklanmasının ardından İstanbul Kültür Sanat Vakfı da (İKSV) 27. İstanbul Caz Festivali’nin programını bir basın toplantısıyla açıkladı. Kapısı kardeş müziklere de açık ama dengeli, hareketli ve neşeli bir festival olacağa benziyor. Ama ilk yılından, hatta daha öncesinden, İstanbul Müzik Festivali’nde tek-tük caz konserlerinin sunulduğu yıllardan beri izlediğimiz festivali bir paragrafla geçiştirecek değiliz elbet. Haftaya ayrıntılarla huzurunuzda olacağız.

İKSV’nin müzik festivalini de unutmak ne mümkün? Bu Beethoven yılında elbette ki Beethoven'in Aydınlık Dünyası'na adanmış olan 48. İstanbul Müzik Festivali bizi ‘doğayla insanın uyum içinde yaşadığı, kahramanlarla, aşkla, neşeyle örülü bir müzik serüvenine’ çağırıyor. Kapsamlı, derinlikli, ama Bowie ile Beatles’ın da yer bulduğu çok başarılı bir programı var. Ancak, Beethoven’in esas yıldızları, iki konseriyle İdil Biret ve Emanuel Ax. Kapanış ise, geçen yıl Neue Step’te tanıyıp hayran kaldığımız Vikingur Ólafsson ve Konzerthausorchester Berlin’den…

BİFO da Beethoven yılının sezonu kapanışını 14 Mayıs’ta, Lütfi Kırdar ICEC’da ‘Beethoven’e Armağan-II’ ile yapacak. Salzburg Bach Korosu’nun koro şefi Alois Glassner, şefimiz Sascha Goetzel. BİFO seyircisi Koro ile geçen yıl tanışıp hayran kalmıştı. Yıldız solistler ise, soprano Ekaterina Siurina, mezzosoprano Elena Maximova, tenor Peter Sonn ve bariton Bogdan Baciu. Siz gene de Nisan sonundaki konseri de kaçırmayın. Onursal şefi Gürer Aykal yönetimindeki, BİFO, Edward Elgar’ın eserlerinden oluşan bu konserde BİFO, 2015-2016 sezonunda ECHO tarafından ‘Yükselen Yıldız’ seçilen genç viyolonselci Harriet Krijgh’e eşlik edecek: BİFO ile bir Elgar Seçkisi.

Evet, müzik çevremizi sarıyor. O çevrede görmek istemediğimiz şeylere göz yummayalım ama bize her şeye rağmen var olan güzellikleri sunan müziği de görmezlikten gelmeyelim. Burada, işte, her yerde!

AZRAİL'İ YENEN ŞÖVALYE ÖLDÜ

Doğrusu bir filminde mavi gözlü bir İsa’yı (The Greatest Story Ever Told, 1965), birinde de şeytanı (Needful Things, 1993) oynamış birinin ölebileceği pek akla gelmiyor. Max von Sydow ayrıca asla gözümüzün önünden cevremizi-muzik-sardi-699004-1.gitmeyecek, denize karşı bir satranç sahnesinde Ölüm’ün, ‘The Exorcist’te cin Pazuzu’nin ve nihayet ‘Star Wars: The Force Awakens’da Kylo Ren’in haddini bildirmiş kişiydi. Eğer amansız bir doğaüstü varlık tepenize dikilirse yardıma çağırmanız gereken şahıs oydu yani.

İsveçli aktör Max von Sydow’u iki kelimeyle tanımlamak gerekse, en doğrusu “Bergman oyuncusu” demek olur herhalde. “Hiç genç olmamış oyuncu” da diyebilirsiniz. Yukarıda bahsi geçen ‘The Seventh Seal / Yedinci Mühür’de şövalye Antonius Block rolünde şeytanı satrançta yendiğinde 27 yaşında olduğuna kim inanır? Lund’da orta halli bir ailenin oğlu olarak doğan, Stokholm’da Kraliyet Tiyatro Okulu’nda eğitim görüp ilk filmini de orada çeviren Von Sydow, yirmi yedi yaşında Malmö’ye taşınınca İngmar Bergman’la ilk kez ‘Yedinci Mühür’de çalışmıştı. Sonra bir düzüne film daha yaptılar. Özellikle bu filmler sayesinde adını ülkesi dışında da duyuran aktör, ‘The Touch / Temas’tan (1971) sonra hiçbir Bergman filminde rol almadı. Ama TV mini dizisi ‘Den Goda viljan’da (1992) ustayla buluştu. Filmi Bille August yönetiyordu ama, senaryo Bergman’ındı. Bergman filmlerindeki olağanüstü performanslarına rağmen tek Oscar adaylığı da gene August’un yönettiği ‘Pelle the Conqueror / Fatih Pelle’ (1987) ile geldi. 1.90’a varan boyuyla, daha çok sert, baskıcı karakterleri oynardı. 100’e yakın film çevirmiştir ama eleştirmenler, seçici davranmayışından şikâyetçiydi. Olsun, Von Sydow Avrupa sanat filmleri ile Hollywood arasında bir köprü kuran kişidir.