Öğrenciler de dahil birçok kişinin pandemi konusunda ortak kanısı bunun yalnızca bir sağlık sorunu olmadığı, toplumsal, ekonomik, ekolojik, siyasal vb. yönleri bulunduğuydu.

Çevrimiçi Toplumbilimi: Öğrencilerin gözünden pandemi

Meriç Kırmızı - OMÜ Fen-Edebiyat Fakültesi

Pandemi biz toplumbilim öğrencileri için üzerine düşünülecek birçok konu sağladı. Kimi öğrencilerim, sınav kâğıtlarında pandeminin toplumsal yaşama etkilerine ilişkin soruma verdikleri yanıtlarda, düşünmeye daha çok zamanları olduğunu ve kendi yaşamlarını da değerlendirdiklerini yazmışlar. Bu dönem çevrimiçi eğitim düzeninin bir gereği olarak final sınavlarında klasik, açık uçlu, bilgi soruları yerine öğrencilere, dönem boyu öğrendikleri bilgileri yani çağdaş sosyoloji kuramlarını ya da kent sosyolojisi konularını güncel olaylarla ilişkilendirebilecekleri birer kompozisyon yazabilecekleri yorum soruları yönelttim. Bu uygulama bu güç dönemin toplumbilimi öğrencileri adına bir kazancı oldu. Dönem içi ödevlerinde de aynı biçimde, öğrencilerden güncel filmleri (Parazit, Küçük Şeyler, Mavi Yasemin) öğrendikleri çağdaş sosyoloji kuramlarıyla yorumlamalarını isteyince ortaya harika, yayımlanası işler çıktı. Böylece, pandeminin zorunluluklarından öğrencilerin kavrama yeteneğinin hap gibi hazır yanıtlar bekleyen bilgi sorularıyla harcanmasının yazık olduğu bulgusu ortaya çıktı. Örneğin, Betül diye bir öğrencim Kıvanç Sezer’in Küçük Şeyler (2019) filmini feminist bakış açısıyla öyle bir yorumladı ki toplumun ortalama duygusallığı ve genel haksızlığa uğrayanı severliğiyle filmde Bahar’ı bir parça bencil bulup, Onur’a acıyan beni ayaklarımın üzerine dikti.

Pandeminin toplumsal etkileriyle ilgili olarak, çağdaş sosyoloji kuramları dersimin öğrencileri pandeminin mavi ve beyaz yakalı işçilere farklı etkilerini açıklamak ve toplumsal kararları veren “erk seçkinleri” kavramı için Mills’e ve bilginin artan önemini vurgulamak için Daniel Bell’in sanayi sonrası toplumu kavramına ustaca başvurdular. Songül adlı bir öğrenci başarılı sınav kâğıdında insanların doğayla ilişkisine de şu sözlerle değinmişti:

"Bu pandemi süreci insanların üzerine bir karabasan gibi çöktü. Herkesi boğuyor ve tedirgin ediyor. En başta, tüketim toplumunda etkin rol oynayan insanın kendisini doğanın efendisi sanırken, bir anda yasaklarla sınırlandırılması, doğanın insanlığa vurduğu ilk darbe oldu. Bunun bir sonucu olarak, zorlu karantina ve yalıtma sürecinde insan ve doğa ilişkisini yeniden sorgulamaya başladık. Doğayı bozarken ekolojik dengeyi bozduğumuzu, diğer canlıların yaşam alanlarını yok etmiş olduğumuzu fark ettik. Bugünlerde dünyanın atmosferinin kendisini iyileştirdiğini, yunusların boğazda keyif yaptığını, kuşların kent merkezlerinde gezintiye çıktığını işitiyoruz. Umarız ki bütün bunlar insanlık için bir gelişmenin habercisi olur ve bizler de dünyamızı tüketilebilir bir nesne olarak görmekten vazgeçeriz."

Bugünkü pandemi koşullarında bir ideal kent tasarımı yapmakla görevlendirilseler, bunun nasıl bir kent olacağı soruma öğrenciler yasakların sayısının ve yaptırım şiddetinin arttığı distopik kentlerden, sosyalist kentlere kadar geniş bir yelpazede yanıtlar verdiler. Örneğin, Ayça’nın ciddi bir toplumsal eleştiri sunduğunu düşündüğüm yanıtı şöyle:

"Öncelikle Covid-19 bağlamında kentler üzerinde konuşmak gerekirse, kentlerimizin bir salgın durumunda nasıl yetersiz olduğunu gördük. Sayısız alışveriş merkezleri ya da kafeler planlanıp düzenlenirken, olağanüstü durumlara karşı oldukça kayıtsız kalınmış. Hastanelerle ilgili ciddi ve yoğun çalışmalarım olurdu, ülkemiz için yoğun bakım sayısı yeterliydi, ama başka bir salgın hastalığın pençesine düşmeyeceğimizi kim bilebilir? Alışveriş merkezlerinin kapalı kutu ve zaman algısını yıkan yapısal özelliklerinin de niteliksiz olduğunu gördük. O yüzden bu konuda da ciddi düzenlemeler yapılmış olmalıydı. Hatta bence kapitalizm her ne kadar krize girecek olsa da bu tarz alışveriş merkezleri yerine, yeni planlamalar düşünülmeliydi. Kafelerde yer alan iç içe masalar bana göre salgın öncesinde de oldukça niteliksizdi ve bunun düzenlenmesini hep istiyordum. Benim için ideal kent sosyal mesafeye özen gösteren, yalnızca kapitalizmin krizlerini düşünerek mekân üretmeyen, oluşabilecek doğal durumları ve insanın yaşamının değerini hesaba katarak düzenlenmiş olan kentlerdir."

Ceren adlı başka bir öğrencinin yaratıcı yanıtı da şöyle:

"Salgınla birlikte ev kavramı artık dönüştüğünden, kapıya ve asansör düğmelerine dokunmak bile bizi korkuturken, ev tasarım ve planlamaları halk sağlığı açısından oldukça önemlidir. Yüksek duvarlarla çevrenin kapanması sonucu bireylerde kapatılmışlık hissi yaşatmaması için düzenli bir kent planı yapılmalıdır. Yürüme uzaklığında, kolay ulaşılabilir sağlık hizmetleri sağlanarak, plansız hastane yerleşimi yapılmamalı, mahallelerde pandemi durumları için acil sağlık kitlerine ulaşılacak istasyonlar tasarlanmalıdır. Yerel yönetimler tarafından bisiklet ve elektrikli scooter gibi bireysel ulaşım araçları desteklenmelidir. Mahalledeki parklar, oyun alanları çocuk dostu kent planına ve toplumsal uzaklığa uygun planlanmalıdır. Teknoloji kullanımı salgında önemlidir, bu nedenle tüm kentler için dijital altyapı kurulmalı, her konuta acil durumlarda ulaşılabilmelidir. Yürüme uzaklığında yeşil alanlar kent ortamlarına sunulmalı, salgına uygun uzaklıkları barındıran fiziksel planlar yapılmalıdır. Yeşil alan insanı olumlu etkileyeceğinden, yeşil ve mavi korunmalı, su yönetimi sağlanmalıdır. Alışveriş merkezlerinin yoğunlaştığı yerler yerine, çevre koşulları insanlara rahatlık sağlamalıdır. Erişebilir uzaklıkta gereksinimler daha küçük alt birimlerle sağlanmalı, bitişik yoğun yapılaşma bir yana bırakılmalı, ayrık yapılaşma uygulanmalı, güneşlenme ve havalandırma önemli olduğundan, teraslar toplu planlar için yeğlenmeli, toplu taşımada kalabalık araç yerine, birkaç kişiyi taşıyan küçük araçlar yer almalıdır."

Şu anki salgının ikinci aşamasının yarattığı toplumsal gevşeme döneminde internette her gün bu sürecin toplumsal etkileri, kentsel mekâna etkileri ve gelecekte yapılması gerekenlerle ilgili onlarca gazete yazısı, Uğur Şahin’inki gibi harika yazı dizileri, çevrimiçi seminerler, bilimsel araştırma projesi çağrıları karşımıza çıkıyor. Örneğin, New York Times’daki bir yazı var olan kentsel toplumsal ayrışma ve eşitsizliklerin pandeminin etkilerini nasıl eşitsiz dağıttığını vurgulayıp ABD kentlerinde eğitime de yansıyan ırksal ayrışmayı engelleyici politikalara gereksinim olduğunun altını çiziyordu1. Bugünlerde dünyayı saran ırkçılık ve yeni faşizm karşıtı gösteriler açısından da çok güncel bir değerlendirme… Öğrenciler de dahil birçok kişinin pandemi konusunda ortak kanısı bunun yalnızca bir sağlık sorunu olmadığı, toplumsal, ekonomik, ekolojik, siyasal vb. yönleri bulunduğuydu.

Pandeminin çalışma yaşamına, artan işsizliğe ve yoksulluğa2 etkileri başlı başına bir inceleme ve tartışma konusu. Çalışma yaşamı aklıma Andy Merrifield’in Amatör: Sevdiğiniz Şeyleri Yapmanın Hazzı (2019) diye Türkçeye çevrilmiş kitabında kapitalist çalışma karşısında sergilediği eleştirel tutumu ve bu tarz sıradan yaşamlara seçenek arayışını getiriyor. Merrifield, Atina’da çoğu doktora öğrencisi, işsiz ve parasız olduğu için tüketici de olmayan ama “Encounter Athens” gibi topluluklar üzerinden kendi içlerinde dayanışma sağlayabilen kadınların yaşamlarını örnek gösteriyordu. Kısacası, pandemi elbette keşke yaşanmasaydı ama öğrencilerimin yazılarından da ortaya çıkan bir sonuç eğer istenirse, bir olasılıkla bunun Deleuzevari anlamda bir “olay”a çevrilebileceğidir.

1 https://www.nytimes.com/2020/05/11/opinion/sunday/coronavirus-us-cities-inequality.html

2 Sencer Ayata’nın Türkiye’de yoksulluğun gelişimine ilişkin bir söyleşisi için bkz.: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/sosyolog-prof-dr-sencer-ayata-yoksullarin-sayisinin-eskiye-gore-arttigina-dikkat-cekti-1742100