Bugün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı...

TBMM' nin açılışının; kul, tebaa yerine yurttaşın söz hakkının, halkın egemenliğinin yaşama geçirilmesinin 100. yılı...

Halkın egemenliğinden, halkın iradesinin yaşama geçirildiği bir meclisten eşit, özgür, laik, demokratik bir Cumhuriyet' ten bahsedebilmemiz mümkün mü bugün?

TBMM' nin açılışının 100. yılında meclise, halkın iradesine rağmen bir yasa daha geçirildi. Kadın, çocuk katillerini, tacizcilerini, tecavüzcülerini, istismarcılarını aklamanın tarihi yazıldı. Çocuk Bayramı' nın yıldönümünde; 9 yaşında bir çocuk bir adam tarafından hortumla dövülerek öldürüldü. Ceylan' ın sessiz çığlıkları her yerde yankılanıyor şimdi...

Tam 121 yıl önce aydın sözcüğünün tarihi olarak kayıtlara geçen bir bildiri ile Emile Zola; Dreyfus' un uğradığı haksızlığa, gücün zorbalığına "Suçluyorum" başlıklı açık mektubuyla meydan okudu. Ceylan' ın katledilmesi ile birlikte binlerce insan "Suçluyorum" diyen paylaşımlar yaptı. Suçluyorum, suçluyoruz, suçlusunuz... Bu karara imza atanlar, oy verenler Ceylan' ların katledilmesinin sorumlularısınız...

Ceylan' ların sessiz çığlığı her yerde her gün yıllardır artarak yankılanmaya devam ediyor. Cinsel istismara uğrayan, katledilen çocuklar, iş cinayetlerinde yaşamını kaybeden çocuklar, cezaevlerinde yaşamak zorunda bırakılan çocuklar, eğitim hakkından, sağlık hakkından mahrum bırakılan çocuklar... Bu kahredici tabloyu her gün yaşıyoruz, raporlar açıklanıyor sayısal verilerle... Oysa ki her rakam yaşanılmamış, yaşatılmamış kocaman bir yaşam...

Tarih boyunca adı cumhuriyet olan ancak diktatörler tarafından yönetilen çok sayıda ülke oldu. Cumhuriyet' in yalnızca kavramsal açıdan eşitliğin, özgürlüğün, laikliğin, aydınlanmanın temsiliyeti olduğunu söylemek mümkün değil...Tüm çocuklar ve halklar için eşitlik, özgürlük mücadelesi Dreyfus yanlıları ile karşıtlarının mücadele tarihidir. Eşit, özgür bir cumhuriyet ancak siyasal mücadeleler sonucunda halkın egemenliğini, eşitlik, özgürlük, barış fikrini, laikliği nasıl örgütlediğimiz gerçekliğiyle ilgilidir.

Bugün için meclisin, halk iradesinin tamamen ortadan kalktığı, yeni bir rejimin kurulduğu bir gerçeklikte "kutlama" açıklamaları ile sınırlı ifadeler ise yaşadığımız gerçekliği reddetme, varolana teslim olma hali değil mi aynı zamanda?

Salgın sürecini dahi bir "fırsata" dönüştürerek meclis, halk iradesini yok sayarak; zor aygıtları ile çocukların, emekçilerin, kadınların, düşüncelerini özgürce ifade edenlerin üzerinde kuşatmaya çeviren bir iktidarla karşı karşıyayız. Engels; "Zor"' un kendi başına bir değişimin, zaferin nedeni olmadığına başka araçlarla, koşullara bağlı olarak etkili olduğuna inanıyordu.Dünya' nın her yerinde kriz dönemlerinde insanlar bugün de salgın sürecinde bilim insanlarının açıklamalarının esas alındığı gibi onu bilgiyle buluşturan araçlara hakim olanlardan etkileniyor. Zor' un kazanmasını ise bilgiyle ortaya çıkan bilinç değişimini davranışa, birlikte mücadeleye dönüştürmemiz engelleyecek.

Kamu; devletin kendisi değil, tüm devletlere de "meşruiyet" verendir, yurttaşlar topluluğudur, halktır. O yüzden 23 Nisan 1920' nin, TBMM' nin açılışının 100. yıldönümünde Ceylan' ları yaşatmak için ve yaşatamadığımız çocuklara verdiğimiz sözün gereği olarak kutlanacak değil, kazanılacak bir halk egemenliği çağrısından,kazanılacak bir Cumhuriyet mücadelesinden söz edebiliriz...

Çocukları yaşatabilmek, eşit, özgür bir ülkeyi, dünyayı kurabilmek ancak ve ancak Emile Zola' nın gücün zorbalığına meydan okuduğu cümlelerini kurma ve örgütleme inadımızla, kararlılığımızla mümkün...

"Benim görevim konuşmak, suç ortağı olmak istemiyorum...

Gerçek su yüzüne çıkıyor ve hiçbir şey onu durduramayacak."