Çeyrek yüzyılın ardından yeniden yükselen Rusya

HAKAN GÜNEŞ - İstanbul Üniversitesi Doç. Dr. - @hakangunesh

Kırım’ın ilhakı, Suriye’de operasyon, Doğu Akdeniz’e hakim Hmeymim’de daimi statüde hava üssü ve Sırbistan ile ortak tatbikat, Bulgaristan’da Radev’in seçimi kazanması, Avrupa ve Asya’da işbirliği yapılacak ülkelerin sayısındaki dikkat çekici artış: 23 yıllık bir gerileme ve durağanlıktan sonra yeniden yükselen bir Rusya. Trump’ın Moskova’yı baş düşman olmaktan çıkarması ihtimali de tüm bunların derinleşmesi için tarihsel bir fırsat sunuyor. Günlük haber ve analizlerin ötesine geçip çeyrek asırlık Rusya Federasyonu tarihinin dış politik kayıp ve kazançlarına bakarak yeni dönemin nasıl bir miras üzerine kurulduğunu görelim.

Rusya Federasyonu bir ay sonra SSCB sonrası tarihinin ilk çeyrek yüzyılını geride bırakacak. Bu 25 yılın büyük bir kısmını sürekli nüfuz sahası kaybederek tamamlayan ülke son 10 yılda kayıplarını frenlemeyi başardı. Son 2 yılı ise artık yeniden-genişleme ve yükselme dönemi olarak adlandırılabilir: Kırım ile toprak genişleten ülke Avrasya Birliği ile yakın çevresine 6 eski Sovyet ülkesini doğrudan ekledi, Suriye müdahalesi ile Tartus Deniz Üssü’nün kapasitesini hayli yükselttiği gibi yanına Hmeymim Hava Üssü’nü de ekledi. Son olarak NATO üyesi ya da partneri olan yakın çevre ülkelerinde Rusya ile dengeli ilişkiler geliştirmek isteyen yönetimlerin sayısı artıyor. Bulgaristan cumhurbaşkanlığına seçilen Radev’in “NATO’ya üye olmak Rusya’ya düşman olmak değildir” sözünde özetlenebilecek olan siyaseti, Trump’ın NATO Genel Sekreteri Stoltenberg ve AB ülkelerini derin kaygılara sürükleyen açıklamaları ile birleştiğinde Rusya’nın yakın çevresini ve nüfuz sahasını genişletme olanaklarının daha da artacağı söylenebilir.

Çeyrek Asrın Kısa Muhasebesi
Rusya Federasyonun çeyrek asırlık seyrine bakıldığında en keskin ve en sancılı dönüşümü ekonomik alanda yaşadığı rahatlıkla söylenebilir. 2016 itibarıyla Dünya’nın 9. büyük nüfusuna sahip olan Rusya Federasyonu nominal Gayrı Safi Milli Hasıla (GHMH) toplam büyüklüğü açısından 8., alım gücü temelli GSMH hesaplamalarında ise 6. büyük ekonomi durumunadır. Kişi başına GSMH sıralamasında SSCB döneminde içinde yer aldığı “gelişmiş ülke” grubundan, “gelişmekte olan ülke” grubuna düşmüştür. Ancak SSCB ile karşılaştırma yapmak yerine ülkenin 1990 ortalarındaki ekonomik durumu ile kıyaslandığında, 2010’lar Rusya’sının ciddi bir istikrar ve büyüme yakaladığı da söylenebilir. Kırım’ın ilhakı sonrası karşılaştığı yaptırımlar ve petrol fiyatlarındaki düşüşten kaynaklanan kayıplar da 2016 sonunda başedilebilir bir noktaya getirilmiş görünmektedir.

1995’de nominal GSMH büyüklüğü bakımından 10. sırada bulunan ülke 2005’de 8. sıraya ilerlemiş ve bu yeri 2015’e kadar sürdürmüştür. Daha önemli değişim ise elbette kişi başına GSMH rakamlarında kendisini gösteriyor: 1991’de 3427 ABD Doları’na tekabül eden kişi başına gelir göstergeleri, 1995’de 2600 dolar seviyesine kadar gerilemiş 1999 yılında 1339 Dolar ile dibe inmiş, ancak 2003’den itibaren 3000 dolar sınırını geçerek 2011 yılına kadar ciddi bir artış göstererek 13.000 dolar seviyesinin üzerine çıkabilmiştir.

Özetle yapısal dönüşümü ağır bir sosyal ve ekonomik fatura ile ödeyen Yeltsin dönemine oranla Putin ilk döneminin sonuna doğru ekonomiye rahatlama ve istikrarlı bir büyüme getirmeyi başarmış, bunu da belirli ölçülerde yurttaşların refahına yansıtabilmiştir.

Jeopolitik Kayıplar Tarihi
SSCB ve Varşova Paktı dağıldığında, 1945 sonrasında Rusya/SSCB etki alanı hanesine yazılan alanlar birbiri ardına kaybedildi: Açık denizlerde Küba ve Vietnam’daki askeri üsleri Doğu Avrupa’daki Varşova Paktı müttefiklerinin kaybı, ardından önce Baltık ülkeleri ve devamında SSCB’yi oluşturan tüm devletlerin bağımsız birimler haline gelmesi izledi. Daha da önemlisi sözü edilen çözülme alanlarının çok çok önemli bir kısmı NATO tarafından dolduruldu.

Ancak 1990’ların ikinci yarısı ile Rusya’nın jeopolitik kayıplarını durdurması hemen mümkün olmasa da farklı bir siyaset arayışı gündeme geldi. Rusya’yı belki SSCB düzeyinde değilse de bir “büyük devlet” olarak görmeyi hedefleyen bu tartışmalar ancak ekonominin düzelmeye başlaması ve siyasal alandaki belirsizliklerin azalmasıyla 2000’lerde uygulamaya konulabildi. Rusya’nın bugün izlediği siyasetin bu anlamda fikri temelleri 1990’ların ikinci yarısında atılmış, görünür hale gelmesi ise 2000’lerde mümkün olabilmiştir.

25 yıllık bir sürecin sonunda Rusya Federasyonu dış politikasında tespit edebileceğimiz yönelimler 3 başlık altında özetlenebilir:

1-Yakın Çevre Siyaseti: Rusya jeopolitiğinin öncelendiği, “yakın-çevre”nin ekonomik entegrasyonu (Avrasya Birliği, Gümrük Birliği vb), askeri-siyasal ortaklığı (KGAÖ) ve geniş anlamda entegrasyonu (BDT) amaçlarına yönelik bir dizi siyaset geliştirmiş ve bunları süreç içinde kurumsallaştırmaya çalışmıştır.

2-Anti-Hegemonyacı Tutum: Rusya’nın askeri ve siyasal eski nüfuz bölgelerini ABD ( geniş anlamda ABD liderliğindeki Batı, yani ABD+AB+NATO) tarafından doldurulması Rusya’yı anti-hegemonyacı bir siyaset üretmeye yönelmiştir. Bu yönelimin ekonomik alandaki yansıması BRICS askeri-siyasal alandaki yansıması ise ŞİÖ olmuştur.

3-Çok-Vektörlü Siyaset: Anti-hegemonyacı ekonomik, siyasi ve askeri karşı-ittifaklar ya da kümeler oluşturmanın yanında, hiyerarşik çok-merkezli yeni dünya düzeni içinde Rusya’nın kendisine daha geniş bir alan açmak için çeşitli düzeylerde sürdürdüğü, ikili ve çoklu ilişkileri çeşitlendirme siyasetidir. Buna göre yeni-dünya düzeninde etkili tüm uluslararası mekanizma, örgüt ve süreçte Rusya etkili olmaya çalışmalıdır. Bu noktada Dünya Ticaret Örgütü’ne girmek konusunda sarf tetiği çabayı anımsayabilir, G-20’ye verdiği öneme dikkat çekebilir ve yine APEC’den İİT’ye kadar bir dizi oluşumda üye yada gözlemci üye olarak etkin bir katılım sağlamaya çalışmasından bahsedebiliriz. Lavrov’a göre Rusya’nın çok vektörlü dış siyasetin en önemli kanıtı G-8, G-20, BRICS ve ŞİÖ oluşumlarındaki aktif tutumudur.

Rusya’nın Sovyetler Birliği döneminde kendi etrafında oluşturduğu küresel ittifak kümesini kaybetmesi ile rejim değişikliği üst üste çakışan olgulardır. RF Soğuk Savaş sonrası küresel finansal ve siyasal organizasyonlara katılmaya (G-8, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü vb) ; yakın çevresindeki gücünü tahkim etmeye (BDT ve KGAÖ); ABD ve Batı’nın küresel hakimiyeti ve hegemonyasını dengeleyecek ittifaklar oluşturmaya (ŞİÖ ve kısmen BRICS) ve farklı bölgesel oluşumlarda işbirliği zeminleri geliştirmeye ( İslam İşbirliği Teşkilatı gözlemciliği, APEC üyeliği vb) çalışmıştır.

Rusya’nın Soğuk Savaş sonrası sürece ekonomisi ve siyasi-idari yapısıyla uyum sağlama güçlüklerini geride bıraktığını söyleyebiliriz. Ancak henüz başta Kafkasya’daki etno-dinsel ayrılıkçılık hareketleri ve ekonominin büyük ölçüde doğal kaynaklara, dolayısıyla uluslararası siyasal dalgalanmalara açık “rantiye” niteliğiyle ilgili yapısal sorunları çözebilmiş değildir.

Trump’ın Çin’i çevrelemeyi önceleyen ve AB-NATO ekseninin ülkesine yüklediği maliyetlerini hafifletmeyi amaçlayan mesajları/siyaseti Rusya’nın hareket sahasını, diplomatik ve askeri güç etkisini arttıracak yeni parametrelerdir. Bu Güneydoğu Asya’dan, Orta Doğu’ya Balkanlar’dan Baltıklara kadar geniş bir sahada ittifak ve güç dengelerinin yeniden şekillenmesi demektir.