Farklı dönemlerin o dönemle özdeşleşen sembol cezaevleri vardır. 12 Eylül; Diyarbakır, Mamak, Metris’ti… AKP dönemi ise Silivri’yle anılacak!
Bu satırları gözüm kulağım orada olsa da kendim Silivri’de olamamanın mahcubiyeti ile yazıyorum. Dayanışma zamanlarında orada olamamanın yol açtığı duygu bu.

Meslektaşlarımızın, “Silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte (PKK/KCK, FETÖ/PDY ve DHKP/C) yardım ettikleri” suçlamasıyla yargılandıkları davanın sonucu şu saatlerde henüz belli değil.

Keşke, siz yazıyı okurken hepsi serbest kalmış olsalar ve Silivri’de olamamamın mahcubiyeti de bir nebze silinmiş olurdu!

Dostoyevski, 1800’lerde, “Bir toplumun uygarlık seviyesi onun cezaevlerine girilerek görülebilir” demişti. 1800’lerden bugüne cezaevlerini ve cezaevleri koşullarını çok değiştiren toplumlar da oldu, hiç değiştirmeyenler de!

Dostoyevski bugün Türkiye cezaevlerine girse nasıl bir uygarlık seviyesi görürdü? Gazetecilerin, yazar ve çizerlerin hapsedilmesine ne derdi? Milyonlarca insanın oyunu almış siyasi parti milletvekillerinin içeri tıkılmasını, Selahattin Demirtaş’ı dinleyecek mahkeme bulunamamasını, onun da üzerine kilitlenmiş kapılar ardından sesini duyurma çabasını nasıl yorumlardı?

Yalnızca cezaevleri değil; insanların yargılanma koşulları da o toplumun uygarlık seviyesi için bir ölçüdür.

Silivri’ye duruşmayı izlemeye gidenlerin otobüslerinin durdurulması, mahkeme salonunun jandarma ablukasına alınması, duruşmayı izleyebileceklerin sayısının sınırlanması, meslek örgütlerinin basın açıklamasının yasaklanması, basın açıklaması için getirilen dövizlere el konulması, gazetecilerin okuması gereken açıklama metnini bir milletvekilinin okumak zorunda kalması…

Bütün bunlar hem cezaevi ve yargılama koşulları hakkında hem de Dostoyevski’nin “görmek için cezaevlerine girmek gerek” dediği “uygarlık seviyesi” hakkında bir şey söylüyor!

İfade ve basın özgürlüğü, 2000’ler dünyasının en önemli uygarlık ölçülerinden biri ve Dostoyevski değilse de dünyanın gazetecilik örgütleri, gazetecilerin yargılanmasını ve hapsedilmesini “ifade ve basın özgürlüğüne vurulmuş bir darbe” olarak niteliyor!

Dostoyevski’nin seviye ölçümü için girmeyi tavsiye ettiği cezaevlerimize baktığımızda da tablo epey karanlık!

Türkiye, cezaevlerindeki insan sayısı açısından, dünya 9’uncusu. Avrupa ölçeğinde bakıldığında ise 145 milyon nüfuslu Rusya’dan sonra 2’nci sırada. Mayıs 2017 itibariyle 221 bin 607 kişi var cezaevlerinde. Avrupa 3’üncüsü 65 milyon nüfuslu Birleşik Krallık cezaevlerinde 85 bin 540 kişi var. Üçüncünün açık ara önünde ikinciyiz!

Bir ülkenin sürekli yeni cezaevleri inşa etmesini de hayra yormazdı Dostoyevski! Oysa, Adli Yıl açılışında adeta müjde verildi bize: 50 yeni cezaevi daha inşa ediyoruz!

Mevcut cezaevi sayısı 382, inşaat halinde olanlar 58 ve 25 cezaevi de ihale aşamasında. Hepsi hazır olduğunda 465 cezaevimiz olacak!

Mevcut cezaevlerinin artırılmış kapasitesi 203 bin ve 31 Temmuz itibariyle 353 bin 749 kişi adli kontrolle serbest bırakılmışken, içeride kapasitenin üstünde (221,607) tutuklu ve mahkum varsa ve insanlar 3 kişilik hücrelerde 6-8 kişi kalmaya başlamış, yatak yetersizliğinden sırayla uyur olmuşsa yeni cezaevi yapmayıp da ne yapacaksınız?

CHP İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Zeynep Altıok, bu sorunun yanıtını; “Demokratik, sosyal bir hukuk devletinde ilk amaç, suçun işlenme koşullarını ortadan kaldırmaya yönelik politikalar üretmektir. Sonrasında ise suçlunun evrensel insan hakları ve evrensel hukuk normları çerçevesinde cezasını çekmesini sağlamaktır” diye veriyor.

2002’de cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 59 bin 429’ken bugün 221 bin 607 olmuş. Yenilere yer açmak için on binlerce mahkum denetimli serbestlikle bırakılırken Sivas Katliamı mahkumları da hücrelerinden alınıp koğuşlara konulmuş!

Daha çok şey var cezaevleri hakkında yazılacak, ama umarım şimdi hep birlikte Silivri’den salınan arkadaşların haberini okuyoruzdur!