Bu hafta sinema tarihinin en önemli kadın yönetmenlerinden Chantal Akerman 65 yaşında hayata veda etti

Sinema tarihinde sahip olduğu yer ve önem düşünüldüğünde Chantal Akerman’ın pek yaygın bir şekilde tanınmıyor oluşu pek adil değil. Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de filmlerine festivaller dışında rastlamak imkânsız. Genç kuşak sinemaseverler için adı ancak referanslarda rastlanacak bir yönetmen Akerman. Oysa ki başyapıtı ‘Jeanne Dielman, 23 quai du Commerce, 1080 Bruxelles’ kimilerine göre ‘Yurttaş Kane’ (Citizen Kane) ve ‘Serseri Aşıklar’la (À bout de souffle) beraber anılması gereken, onlardan aşağı kalır yanı olmayan bir film. Üstelik Akerman 1975 yılında bu filmi çektiğinde sadece 25 yaşındaydı; Welles ve Godard’ın ilk filmlerini çektikleri yaştan da gençti. Aradan geçen zamanda feminist sinemanın kilometre taşı filmlerinden biri haline gelen ‘Jeanne Diealman’ çok değil daha geçen yıllarda, Sight&Sound dergisinin düzenlediği geniş katılımlı Sinema Tarihinin En İyi Filmleri listesinde 35. sırada yer aldı. Listede kadın yönetmenler tarafından çekilen filmler arasında en üst sıradaydı. Kategorize edilmeyi pek sevmese de Chantal Akerman feminist sinemanın en iyi örneklerini veren yönetmenlerden birisi olarak kabul görüyordu. Kariyerinin özellikle ilk yarısı düşünüldüğünde avangard ve deneysel sinemanın öncü yönetmenlerinden biri olduğu da inkâr edilemezdi.

chantal-akerman-a-veda-78513-1.Nitekim J. Hoberman dahil pek çok eleştirmen tarafından kendi kuşağının en iyi Avrupalı yönetmeni olarak değerlendiriliyordu. Onun sineması Todd Haynes, Michael Haneke, Gus Van Sant, Sally Potter, Claire Denis, Roy Andersson, Catherine Breillat, Ulrich Seidl gibi yönetmenleri etkiledi. Yine de sinema tarihi kitaplarının ona ayırdığı yer genellikle birkaç paragraftan ibaret. Akerman’ın aramızdan ayrılışını duyduğumda hissettiğim burukluğun bir nedeni de adil olmayan bu durum. Onun önemindeki pek çok yönetmenin DVD mağazalarında box set’leri bulunuyor. Akerman’ın filmografisindeyse sinemaseverler için hala gün yüzüne çıkmamış filmler var.
“İyi olan yönetmenler vardır. Sonra sinema tarihine geçmiş büyük yönetmenler vardır. Ve bir de sinema tarihini değiştiren birkaç yönetmen vardır” diyor onun hakkında, Belçika Film Arşivi yöneticisi Nicola Mazzanti. Chantal Akerman için daha doğru bir tanımlama olamaz. Belçika’da doğan ama hayatının büyük bir kısmını Paris ve New York’ta geçiren Akerman yönetmen olmaya karar verdiğinde sadece 15 yaşındaydı. Godard’ın ‘Çılgın Pierrot’unu (Pierre le Fou) izlemişti ve film çekeceğine dair kendi kendine söz vermişti. 18 yaşına geldiğinde yeni girdiği film okulunu terk ederek ilk kısa filmi ‘Saute ma ville’yi çekti. Burada ilk adımlarını attığı kariyerine yarısı uzun metraj olmak üzere 40’ın üzerinde film sığdırdı. Bunlardan sonuncusu, ‘No Home Movie’ daha 2 ay önce Locarno’da prömiyerini yapmıştı.

Yenilikçi ve öncü bir yönetmen
Akerman filmlerinin dışında video enstalasyon çalışmaları ile de tanınıyordu. Özellikle 2000’lerden itibaren “prodüksiyonun aşağılayıcı süreçlerinden” sıkıldığı için sinema yerine sıklıkla bu medyumu tercih etti. 2000’ler muazzam filmografisinin pek parlak bir halkası değil ama bu dönemde de ‘La folie Almayer’ (2011) ve ‘La Captive’ (2000) gibi iki derinlikli filme imza attı. Kuşkusuz zirve noktasında üç buçuk saatlik başyapıtı ‘Jeanne Dielman’ın bulunduğu filmografisinin ilk bölümü hazinelerle dolu. İlk uzun metrajı ‘Je Tu Il Elle’, 1976 tarihli ‘News From Home’, 1978 tarihli ‘Les Rendez-Vous D’Anna’, 1983 tarihli belgesel ‘One Day Pina Asked Me’ ve 1986 tarihli ‘Golden Eighties’ bunlardan öne çıkanları.

Akerman’ın başta Michael Snow olmak üzere Stan Brakhage, Jonas Mekas gibi deneysel ve underground sinema isimlerinden etkilenerek kurduğu sinema dili, geleneksel kalıpların dışında yeni ifade yolları aradı. Kariyerinin ilk döneminde biçimsel anlamda deneysel olan tarzı, toplumsal cinsiyet rollerine dair sinemanın temsil politikalarının alanını genişletti. Bir yandan da gündelik hayatın sıradan ayrıntılarını peliküle aktarmanın yollarını aradı. Bu yüzden filmlerinin görsel yapısı titizlikle tasarlanmıştı. Minimalist hikâye anlatımına sabit kamerası ve görsel olarak parmak ısırtan kompozisyonları eşlik ederdi. Film gramerini nasıl kullandığı üzerine çok kafa yoran Akerman, klasik manada bir dramatik yapıyı dışlar, atlamaları ve yinelemeleri kullanırdı. Pek çok filminde, bir anlatım formu olarak sinemanın estetik kodlarını da, dramatik kodlarını da dönüştürmeyi başardı. Tam da bu yüzden filmografisi sinema tarihine yön veren bir kilometre taşı niteliğine sahip. Sinemanın ne olduğuna dair sahip olduğumuz yerleşik yargılara meydan okuyan sineması pek çok insanı etkiledi ve etkilemeye de devam edecek.