ABD’nin Venezuela Devlet Başkanı Maduro yerine Meclis Başkanı Guaidó’yu tanıma kararı tüm dünyada yankı buldu. Emperyalizmin Latin Amerika’ya yönelik planlarının tarihi çok eskilere dayanırken Bolivarcı Devrim’in simge yerlerinden Venezuela ise ABD açısından kritik bir yerde duruyor. ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları Anabilim Dalı Başkanı Aylin Topal meseleyi yakından takip eden isimlerden. Bu hafta Pazartesi […]

Chavez’i deviremeyenler Maduro’ya saldırıyor

ABD’nin Venezuela Devlet Başkanı Maduro yerine Meclis Başkanı Guaidó’yu tanıma kararı tüm dünyada yankı buldu. Emperyalizmin Latin Amerika’ya yönelik planlarının tarihi çok eskilere dayanırken Bolivarcı Devrim’in simge yerlerinden Venezuela ise ABD açısından kritik bir yerde duruyor. ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları Anabilim Dalı Başkanı Aylin Topal meseleyi yakından takip eden isimlerden. Bu hafta Pazartesi Söyleşisi’nin konuğu Aylin Topal ile Venezuela’yla ilgili gelişmeleri konuştuk.

► Öncelikle Venezuela’da yaşananların tartışılma biçimine dair neler söylemek istersiniz? Venezuela’da neler oluyor?

Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir. Konu Venezuela olunca böyle mütevazi bir ön kabulle başlamak gerekiyor analize. Çünkü son günlerde ve hatta son birkaç yıldır Venezuela’da yaşananlara dair yazılanlarda da, yazılmayanlarda da farklı kasıtlar var. Venezuelalı medya oligarklarının Chávez’in iktidara gelmesinin hemen ardından koordine bir biçimde tüm dünyaya yanlı haberler yaymaya başladıkları biliniyor. Chávez’i durdurmaya gücü yetmeyen bu çevre bu kez Maduro’yu linç etme amacıyla yayınlarına devam ediyor. Bu yanlı haber kaynaklarını kullanan Batı medyası ve ne olup bittiğini ana-akım medyadan okuyan sosyal demokrat ve liberal çevreler Maduro hükümetini kıyasıya eleştirmeyi tercih etmiş durumda. Öte yandan, Maduro’yu linç etmek isteyen bu koroya katılmamak için bir bakıma dilini tutan eleştirel bir kesimin olduğunu kendi akademik çevremden biliyorum. Üçüncü cephede de Maduro’yu koşulsuz destekleyen, ancak uluslararası görünürlüğü pek olmayan az sayıda kaynak var. Durum böyle olunca, şuan Venezuela’da ne olduğuna dair kesin bir yargı bildirmek kanımca pek kolay değildir. Bu bilgi kirliliği gözümüzün önüne görüş mesafesini sıfıra indiren bir sis perdesi germiş durumda. Bu kalın sis perdesinin ardından görünen siluetlere dair bazı çıkarımlar yapmak için daha tarihsel perspektiften ve bölgesel ve küresel eğilimleri de göz önüne alarak değerlendirmek gerekiyor.

► Peki nedir bu tarihsel koşullar? Bize neler söylüyor?

İlk olarak, Venezuela’da yaşanmakta olan ekonomik krizin nedenlerini düşünmek gerekiyor. Yalnızca Venezuela değil birçok Latin Amerika ülkesinde son iki yılda belirginleşen kriz eğilimi, 2008 finansal krizine verilen politika tepkilerinin etkisiyle 2013 sonrasında yeni bir konjonktüre geçilmesi, nihayetinde finansal kaynaklara erişimin daha zor hale gelmesi ve emtia (ham madde) fiyatlarındaki artışın sonuna gelinmesi ile açıklanabilir. Ham madde açısından zengin coğrafyasıyla Latin Amerika’da 2003-2013 döneminde artan emtia fiyatların etkisiyle doğal kaynakların çıkarılmasına ağırlık verildi ve birincil meta ticaretinde yoğunlaşıldı. Bu yıllarda Venezuela da petrol fiyatlarındaki artıştan ve ona paralel olarak artan devletin gümrük ve ticaret gelirlerinden oldukça faydalandı. 2008 küresel finans krizi yaşanırken petrol fiyatlarındaki canlılık devam etmekteydi. Venezuela büyüyen ticaret gelirleri ile dış açıklarını kapatmıştı. Hatta Chávez 2004 yılında IMF ve Dünya Bankası’na alternatif olacak bir Güney Bankası kurma önerisini duyurdu. Ekonomik kriz yaşayan bölge ülkelerine kredi sağlama, ortak para politikası geliştirme ve kalkınma projelerine finansal destek verme amaçlarıyla kurulması önerilen bu banka fikri hayata geçemese de anti-emperyalist bir hatta ilerleyen bölgesel işbirliği, ABD’nin NAFTA’yı tüm Orta ve Güney Amerika’ya yayma planını oldukça durdurdu.

► Chavez’e karşı darbe girişiminin arkasındaki dinamikler neydi?

Petrol fiyatlarının yüksek olduğu yıllarda Chavez’in uyguladığı politikalara sermaye çevrelerinin kendi kârlılıklarına tehdit oluşturmadığı ölçüde pasif bir rıza göstermiş olduğu çıkarımı yapılabilir. Daha en başında, 1958-1998 yılları arasındaki 40 yıllık siyasi yozlaşma dönemi öylesine tepki toplamıştı ki önemli sermaye çevrelerinin bile önceki dönemin yolsuzluklarıyla birlikte anılmamak için açıktan Chávez’e destek verdiği bilinir. Bu desteği her zaman gözeten Chávez de 1998’de iktidara gelirken IMF’ye olan borçların ödenmesine devam edileceğinin altını çizmeyi ihmal etmedi. 2001 yılındaki toprak reformu ve petrol kaynaklarının millileştirilmesi Chávez yönetimi ve sermaye çevreleri arasındaki gerilimin ortaya çıkmasına neden oldu. 2002 yılında 2 gün süren ABD destekli askeri darbe girişimi bu gerilimin sonucuydu. Bu başarısız darbe sonrasında sermaye çevreleri deyim yerindeyse bükemediği eli öptü. 2004 yılındaki bankacılık sektörü krizinden etkilenen özel sektör devlet kontrolündeki petrol gelirlerine, özerkliği kaldırılan Merkez Bankası’na ve kamulaştırılan bankacılık sektörüne bağımlı olduğundan Chávez’le yeniden işbirliği yapmak zorunda kaldı. Chávez de Venezuela sermaye sınıfına bir “stratejik işbirliği” önerdi. Öte yandan, Chávez hükümetinin petrol, elektrik, çelik, telekomünikasyon sektörü üzerinde devlet kontrolünü arttırması gerilimlerin büyümesine neden oldu. 2002 yılından 2012 yılına kadar 1168 yerli ve yabancı sermayeli şirket kamulaştırıldı. Ancak, işbirliğinden sermaye gruplarının imtina ettiğini gösterir önemli veri yatırımların azalması ve yurt dışına çıkan varlıklardı. Venezuela Merkez Bankasının 2012 yılının Mart ayında yayımladığı rapora göre yatırımlar 2008 yılından itibaren her yıl %10.3 azalmıştı. Üstelik GSMH’nin %51’nin yurtdışına kaçırılması açıkça sermaye grevi olarak adlandırılabilir.

► Neyi yapamadı Venezuela? Belli ki bu kısmını da konuşmak gerekiyor?

2001 yılındaki toprak reformu da kapitalist çiftçilerle gerilim hattı yarattı. Ancak reformun toprakların yeniden dağılımının önündeki bürokratik ve yasal engelleri ortadan kaldırmaya yetmediği söyleniyor. Zira, başarısız darbe girişimi ertesinde 2002-3 yıllarındaki genel grevler sırasında ve ikinci kez 2007 yılında kapitalist çiftçilerin tetiklediği temel gıda maddelerinin kıtlığı bir bakıma bu çevrelerin Chávez hükümeti karşısındaki güç gösterisiydi. Bugün gelinen noktada toprak reformunun ve tarımsal kooperatiflere verilen desteklerin bu tekellerin arzı belirlemedeki gücünü kıramadığını, anlamış olduk. Bir başka değişle Chávez ve Maduro hükümetlerinin tarımdaki mülkiyet yapısını köklü bir şekilde dönüştürmediği ifşa oldu.

Ancak tüm bu açık çelişkilere rağmen, Chávez’in sanayi ve tarım sektörlerindeki büyük sermaye gruplarıyla ilişkileri antagonize etmemeye ihtimam göstermesini uygulamaya koyduğunu iddia ettiği 21. yüzyıl sosyalizminin kendine has niteliğine bağlayabiliriz. Uygulanan sosyal politikaların neredeyse tamamen petrol gelirlerine bağlı kalmasının önemli bir sorun olduğu hep söylenegeldi. Yüksek değerli petrol rezervlerinin bitebileceği, petrol fiyatlarının herhangi bir şokla biranda düşebileceği ihtimalleri göz önüne alınarak tüketim güdümlü değerlerin hakim olduğu bir toplumdan uzaklaşma nihai amaç olmalıydı. Marjinalleştirilmiş kesimlere yönelik sosyal politikalara verilen ağırlığın yavaş yavaş iktisadi alana doğru kayması gerekliliği, sanayileşme ve üretkenliğin artırılmasına yönelik işçi sınıfıyla birlikte yapılacak planlamanın gerekliliği yapılan eleştiriler arasındaydı.

ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları Merkezi Başkanı Aylin Topal

► Peki Maduro dönemine geçersek…

Chávez 2012 yılının Şubat ayında çok yüksek bir katılımın olduğu (% 80,94) seçimlerde %54.42 oyla üçüncü kez Venezuela devlet başkanı seçilmiş ama hastalığı sebebiyle yemin ederek ünvanını resmen alamamıştı. Tedavi için Küba’ya giderken kendisine bir şey olursa başkan yardımcısı Nicolas Maduro’nun başkan seçilmesini istediğini duyurmuştu. Mart 2013’te Chávez’in ölümünün ardından Mayıs ayında yapılan seçimlerde %50.66 oyla (234.000 oy farkı) ile iktidara geldi. Maduro’nun Chávez’in sahip olduğu desteği bulamayacağı ilk günden anlaşılmıştı. Bu koşullar altında başkanlık yapmanın zorlukları kendini çok kısa süre içinde gösterecekti. 2014 yılı başlarında sermaye çevreleri ve muhalefetle yapılan “barış diyalogları” nda Chávez’ci çizgiden geri adım atılmış olsa da, önemli tavizler verilse de o zamandan itibaren ve özellikle 2017 ortasından beri muhalefetin iki hatta koordine bir strateji izlediği iddia ediliyor. Bir yandan çeşitli yollarla tetiklenen ekonomik istikrarsızlık, öte yandan sokak eylemlerinin tırmandıracağı politik istikrarsızlık.

► Siz ABD’nin alttan alta yürüttüğü sürece de dikkat çekiyorsunuz. Biraz açabilir misiniz?

ABD destekli sermaye çevrelerinin yürüttüğü ekonomik sabotaj, 2013 yılından itibaren azalan petrol gelirleriyle zayıflayan kamu maliyesini savunmasız yakalamış oldu. Ekonomik sabotaj Latin Amerika tarihinde ilk değildi. Richard Nixon, Allende hükümetinin iktidarını yıkmak için “önce ekonomiye çığlık attırmak lazım” demişti. Bu sırada Nixon’un Dışişleri Bakanı Henry Kissinger “ülkesinin insanlarının sorumsuzluğu yüzünden bir ülkenin komünizme doğru gitmesine seyirci kalacak değiliz” demekteydi. Nixon’un ekonomik istikrarsızlık programında Şili ekonomisine verilen tüm dış desteklerin kesilmesi vardı. 1967’de 260 milyon dolar olan ABD yardımları 1973’te 4 milyon dolara inmişti. 1973 yılında enflasyon % 350 oldu. Venezuela’da 2014 yılından beri bir sabotaj planının uygulamaya konduğuna dair iddialar mevcut. O zamanlar Şili’nin bakır madenleri ABD için çok önemliydi, bugün de ham petrol önemli. Yeri gelmişken Henry Kissinger’ın Trump’ın en yakın danışmanlarından olduğunu da vurgulamış olayım.

► ABD bu istikrarsızlaştırma hamlelerinde başarılı oldu mu?

Evet, ekonomik istikrarsızlığın Maduro için büyük bir sorun olacağı kesin. Ancak tüm siyasal istikrarsızlık çabaları ve ordunun iktidara el koyması için yapılan çağrılar karşılıksız kaldı. Bugün halen Venezuela’da ordunun Maduro’nun arkasında olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum pek şaşırtıcı değildir. Chávez’in adını ilk kez 1992 yılında dönemin sağcı hükümetine karşı yapılan başarısız askeri darbe ile duyduğumuzu hatırlatayım. Chávez’le birlikte darbe girişiminde bulunan ordu mensuplarının tamamı 1970’li yıllarda Venezuela Devrim Partisi (PRV) üyesiydi. Bir gerilla hareketinden gelen PRV, devlet iktidarını ele geçirebilmek için orduya sızmanın uygun bir strateji olduğu iddiasıyla ordu içinde örgütlenmeye başlayan bir siyasi partidir. 1990 yılında Chávez orduda Bolivarcı Devrim Hareketi 200 (MBR-200) isimli hareketi başlattıktan kısa süre içinde ordunun %10’u bu harekete katıldı. Darbeciler askeri mahkemede yargılanmak üzere tutuklansa da, arkalarındaki halk desteğinin baskısıyla 1993 yılında çıkarılan afla hepsi serbest bırakıldı. 1998 seçimlerinde kurucusu olduğu Beşinci Cumhuriyet Hareketi’nin (MVP) başkan adayıyken Chávez halkın önüne hala üniformasıyla çıkıyordu. 2002 yılında ABD desteğiyle Chávez karşıtı ordu generallerinin başlattığı darbe ancak iki gün sürebildi. Bu arka plan ışığında bakıldığında bugün ordunun Maduro’yu desteklemesi şaşırtıcı değildir.

► Sadece ordu desteğinden bahsetmiyoruz ama değil mi?

Tabii, toplumsal tabanının Maduro’nun arkasında olduğu çok net. Öte yandan, Maduro hükümeti ülke içinde derin bir meşruiyet krizi yaşıyor. 2017 yazından beri Venezuela’dan ekonomik istikrarın ve toplumsal barışın kötüleştiğine ilişkin haberler geliyor. Uluslararası medya Maduro için demokratik bir muhalefeti her türlü baskı ile susturmaya çalışan diktatör portresi çizerken, Maduro hükümeti iktidara tutunmaya çalışıyor. Geçen sene Aralık ayında yapılması gereken seçimleri ani bir kararla Mayısa alan Maduro tüm seçmenin % 54’ünün boykot ettiği seçimlerde % 68 oy oranıyla iktidarda kalabildi. Başka bir hesapla, 2013’te kıl payıyla kazandığı seçimlerde aldığı oydan 1.7 milyon oy daha kaybetti. Maduro’nun Chávez’in başlattığı mücadeleye sadık kalmadığı iddiaları bu oy kaybını açıklayabilir. “Chávez yaşıyor, mücadele (la lucha) devam ediyor” sloganının “Chávez yaşıyor, anavatan (la patria) devam ediyor” şeklinde değiştirilmesinin önemli bir geri adım olduğu, bu değişikle birlikte Chávez ruhunun öldüğü konusunda eleştiriler var. 2014’ten beri sermaye çevrelerine verilen tavizlerle yolsuzlukların, Maduro yanlısı mahallelerde ciplerin ve süper lüks konutların varlığının arttığını, boli-burjuvazi adı verilen yeni milyonerler kulübüne ilişkin haberleri güvenilir bulduğum kaynaklardan da okuduğumu not edeyim. Kendi toplumsal tabanını yeniden arkasına alamazsa bu yoğun saldırı altında çok fazla direnemez.

***

Latin Amerika’nın geleceği

► Peki, tüm Latin Amerikanın geleceği… Venezuela denkleminden baktığınızda ona ilişkin neler söylemek istersiniz?

Maduro’nun değil, demokratik değerlerin arkasında durmak gerekiyor. Tüm eleştiriler baki kalmak üzere, bugün Maduro ABD ve büyük sermaye desteğiyle yürütülen darbe karşısında demokratik değerlerin tarafındadır. Mevcut krizin sorumlusunun kim –ve kimler- olduğunu doğru tespit etmek gerekiyor. Ve bu krizi kimlerin fırsata çevirmeye çalışacağına dikkat etmek gerekiyor. Latin Amerika’da sol dalganın geri çekilmesiyle birlikte Bolivarcı (anti-emperyalist) bölgesel ekonomik dayanışmanın yerini ABD’nin kurallarıyla işleyecek yeni bölgesel ticaret ilişkileri-anlaşmaları almakta. ABD güdümündeki 35 üyeli Amerika Devletleri Örgütü 10 Ocak’ta yaptığı basın açıklamasıyla (19 kabul, 6 ret, 8 çekimser oyla) Maduro’nun yeni dönemini meşru olarak tanımayacağını duyurdu. Maduro, Uruguay, Meksika ve Küba dışında bölge ülkelerinden açık destek bulamazken, geçmişte Nixon gibi Trump’da sürece seyirci kalmamayı seçti. Juan Guaidó ve Maduro eşit iki rakip değildir. Guaido güçlünün başkanıdır. Trump dostu Guaidó’nun Maduro’yu devirmesi yalnızca ulusal ve uluslararası sanayi ve tarımsal sektör sermaye gruplarının çıkarlarını koruyacak bir süreç başlatacaktır. Arjantin’de Mauricio Macri, Ekvator’da Lenin Moreno ve son olarak Brezilya’da Jair Bolsonaro hükümetlerine yeni bir sağ iktidar eklenecektir.