Che: “Küba’ya ayak basar basmaz askerlerin saldırısına uğradık. Çatışmada, bir yoldaşın düşürdüğü cephaneleri gördüm yerde… İşte, belki de bu tıbba olan bağlılığımı mı yoksa devrimci bir asker olmanın gereklerini mi yerine getirmeyi seçmeliyim konusunda yaşamımda karşılaştığım ilk çelişkiydi…”

Ulrike: “Ayaklarının dibinde bir ‘sağlık çantası’, onun hemen yanında bir ‘savaş sandığı’…”

Che: “Cephaneyi almak için tıbbi malzeme çantasını bıraktığım o an, doktordan savaşçıya dönüştüğüm andı…”

Ulrike: “İkisini birden taşıyamazdın hem, ağırdılar.”

Che: “Yakaladım cephaneleri... Sonra Sierra Maestra dağları…”

Ulrike: “Yoldaşların sana çok saygı gösterdiler. Cesaretin ve yeteneğinle bir önder ‘comandante’, komutan oldun. Sana verdikleri ‘binbaşı’ rütbesi, 26 Temmuz Eylemi'nin askeri yapılanmasındaki en yüksek rütbeydi…”

Che: “Öyleydi...”

Ulrike: “Meksika’da Castro ile dostlarınızın evinde yemekte geçen o konuşmanıza bayılıyorum.”

Che: “Hangisi?”

Ulrike: “Hani Castro, Küba’da yapmak istediklerini anlatır da sorar ya: ‘Ernesto, şimdi benimle Küba’ya gelip devrimi yapacak mısın?’"

Che: “‘Sen biraz delisin’ demiştim; ‘devrimi yapacağız halkı kurtaracağız da...’”

Ulrike: “Evet Ernesto, cevabını bekliyorum..."

Che: “Geleceğim Fidel, ama bir koşulla; Küba’dan sonra, bütün Latin Amerika’da sonra da dünyada yapacağız devrimi!"

Ulrike: "Ben biraz deliyim fakat dostum, sen zır delisin!"

Che: “Evet, öyle demişti Fidel.”

Ulrike: “İki deli bir arada!…”

Che: “Ne geceydi! Ah Fidel…”

Ulrike: “Şubat 1965'te Cezayir'de, İkinci Afrika-Asya Ekonomik Dayanışma Semineri’ndeki konuşman beni çok etkilemişti. Demiştin ki: ‘Ölümüne olan bu savaşımda hiçbir sınır yoktur. Dünyanın hiçbir yerinde ortaya çıkan olaylara kayıtsız kalamayız. Bir ülkenin emperyalizme karşı zaferi bizim zaferimizdir, aynı biçimde yenilgisi de bizim yenilgimizdir’… Sana kızgınım. Neden öldürülmene izin verdin!"

Che: “CIA’yı, iş birlikçilerini, nasıl yakalandığımı unuttun mu? Belleğini mi yitirdin yoksa?”

Ulrike: “1973'te Köln Tutukevi ruhbilimcisi Prof. Jarmer’in benle ilgili yorumu şöyleydi: 'Tutukluya dayatılan ruhsal yük, mutlak tecrit durumunun kaçınılmaz kıldığı ölçüleri çokça aşıyor. Deneylerin gösterdiği gibi tutuklular buna sınırlı bir süre katlanabilirler. Ulrike Meinhof bu sınırı aşmış. Çünkü pratikte her türlü çevre algılamasından kopmuş durumda.’”

Che: “Bu tanıyla bir bağ kurdular ‘canına kıydığın’ yalanıyla!”

Ulrike: “1959-1969 arasındaki Konkret’e yazdıklarımı okudun mu?”

Che: “O dergideki yazılarının bir bölümünü biliyorum Ulrike.”

Ulrike: “Sokak gösterileri, slogan atmak, pankart açmak artık işe yaramıyordu. Herkes havalardan söz ediyordu, bizim dışımızda. Şöyle demiştim: ‘Ve ardından şu uğursuz polis devleti geldi... Berlin'de göstericileri fena copladılar. Şakşakçı İranlılar, hiçbir polis engeliyle karşılaşmadan, üniversite öğrencilerine saldırdı. Şah'ın gerçekleri, terör rejimi, dünya kamuoyunun gözü önünde açığa çıktı...”

Che: “Aynı zamanda, ‘sınıf savaşımı temelli parlamento dışı bir muhalefet biçimlenmeye başladı’ dedin…”

Ulrike: “Aynen. Batı Alman sermayesiyle İran arasındaki çıkar ortaklığı, üniversite öğrencilerinin kafasına kazındı...”

Che: “Bu, kafalarına döverek kazınan, ülkenin büyük kentlerindeki muhalefetle Üçüncü Dünya Ülkeleri’ndeki muhalefetin işbirliği yapmak zorunda olduğunun bilgisiydi…”

Ulrike: “Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun ilk eylemcilerinden, 33 yaşında açlık grevinde ölen Holger Meins'ın sözünü anmalıyım: ‘Ya sorunun bir parçasısındır ya da çözümün. İkisinin ortasında bir şey yok. Bu kadar yalın bu ve yine de çok zor’... Che, ne diyorsun?..."