Che: “Dikkatini veremiyorsun!” Ulrike: “Seni görünce, akıl mı kalıyor insanda.” Che: “Fili oynaman yanlıştı.” Ulrike: “Ben de kaleyi çekerim böyle önüne. Hem de seni açmaza alırım...

Che: “Dikkatini veremiyorsun!”  Ulrike: “Seni görünce, akıl mı kalıyor insanda.”  Che: “Fili oynaman yanlıştı.”  Ulrike: “Ben de kaleyi çekerim böyle önüne. Hem de seni açmaza alırım.”  Che: “Ama ben de böyle gelip atla, işini bitiririmmm…”  Ulrike: “Offf, yenildim. Sen benden iyisin. Hadi anlatsana 1963 yılındaki bir turnuvada büyük usta Pachmann’a ne dediğini.”  Che: “Biliyorsun ya onu da…”  Ulrike: “N’olur, bir kez daha! Belleğimi tazelemem gerek…”  Che: “Peki bu arada, yeni bir el daha; diz şu taşları… Ona yaklaştım ve şöyle dedim: ‘Biliyorsunuz yoldaş Pachmann, bakan olmaktan pek hoşnut değilim. Sizin gibi satranç oynamayı veya Venezuela’da devrim yapmayı tercih ederdim.’’  Ulrike: “Bu oyuna olan tutkunu devrim yapmakla eş tutmuşsun gibi görünüyor…”  Che: “Denir ki, satranç doğru ve çabuk düşünebilmeye yardımcı olur. Olayları yorumlayabilme yeteneklerini geliştirir. Konu üzerinde yoğunlaşabilme alışkanlığı edinirsin. Kişileri düşünen, araştıran, yargılayan varlıklar durumuna getirir. Ezberi bozar. Yaratıcılıkta özgür bir ortam sağlar. Savaşımcı bir ruh yapısına gereksinim zorunluluğunu benimsetir… Biliyor musun ki, satranç oyuncularına yapılan otopsilerde, beynin giruslarının arttığı kesin olarak gözlemlenmiş…”  Ulrike: “O ne, girus?”  Che: “Kıvrımlar… ve de alt beyin ile üst beyin arasındaki korelasyon artıyor…”  Ulrike: “Doktorluktan da kopamıyorsun ha Che, bu deyimlerle?”  Che: “Sırt çantasını unuttun mu yoksa?... 25 Kasım 1956’da Kübalı olmayan tek kişi olarak ben de Küba’ya doğru yola çıkan Granma yatındaydım. Karaya ayak basar basmaz Batista’nın askerlerinin saldırısına uğradık. Çoğumuz öldürüldü. Çatışmada, bir yoldaşın düşürdüğü cephaneleri gördüm yerde… İşte, belki de bu sağlıkbilime(tıbba) olan bağlılığımı mı yoksa devrimci bir asker olmanın gereklerini mi yerine getirmeyi seçmeliyim konusunda yaşamımda karşılaştığım ilk çelişkiydi…”  Ulrike: “Ayaklarının dibinde ‘sağlık’ çantasıyla bir ‘savaş’ sandığı…”  Che: “Cephaneyi almak için sağlıkbilimsel(tıbbî) gereç (malzeme) çantasını bıraktığım o an, doktordan savaşçıya dönüştüğüm andı…”  Ulrike: “İkisini birden taşıyamayacağın kadar ağırdılar.”  Che: “Doğru. Diğerini bıraktım, yakaladım cephaneleri... Sonra Sierra Maestra dağları, Batista yönetimine karşı çete(gerilla) savaşı…” Ulrike: “Hey, yoldaşların sana çok saygı gösterdiler. Cesaretin ve yeteneğinle bir önder bir ‘comandante’, komutan oldun.”  Che: “Bana verdikleri bu ‘binbaşı’ rütbesi 26 Temmuz Eylemi'nin askeri yapılanmasındaki en yüksek rütbeydi…” Ulrike: “O ne güzel şarkı değil mi?” Che: “Hangisi? Çok var.”  Ulrike: “Bence özellikle 1965’te Kübalı sanatçı Carlos Puebla'nınki Hasta Siempre(Sonsuza Dek)… Bir de Soledad Bravo’dan dinlersen hele:

O tarihi günlerden bu yana/ Yer etti içimize senin sevgin/ Parladığı yerde yiğitlik güneşin/ Ölüm bir çelenk kondurdu başına… O aydınlık durur hala/ Yürekleri saran ışıltısıyla/ Bağlıdır senin sevgili varlığına/ Kumandan Che Guevara… Vuruyorsun tarihin içinden/ Şanlı ve güçlü yumruğunla/ Bütün Santa Clara düşüp yollara/ Seni görmek isterken… Gelirsin bahar güneşiyle/ Tutuşturduğun meltemle/ Gelirsin bayrağımızı dikmeye/ Ve bir ışık gülüşünde… Devrim aşkıyla yanan yüreğin/ Götürür yeni bir hedefe seni/ Orda bekler hep birileri/ Kurtarsın diye güçlü ellerin… Yolundayız hiç durmadan/ Birleşmiş seni izliyoruz/ Fidel'le birlikte bak söylüyoruz: Sonsuza dek ey Kumandan! (Türkçesi: Adnan Özer)