Sesler karışmaya başlıyor birbirine… Dünyayı nasıl değiştirebilecekleri üzerine o ateşli tartışmaların içeriğini, konuşmaların tümünü algılayabilmek istiyorum...

Sesler karışmaya başlıyor birbirine… Dünyayı nasıl değiştirebilecekleri üzerine o ateşli tartışmaların içeriğini, konuşmaların tümünü algılayabilmek istiyorum. Geçmişten gelen birikimleri ve deneyimleriyle bana da aktarabilmelerini istiyorum; günümüzde olanları ve de olabilecekleri… Tümüyle ayrımına varamasam da, o bölük pörçük bir gidip bir gelen tümceler içinde kulağıma çalınan kimi sözcüklere, onlara sarılabiliyorum bir tek: anaerkil, ataerkil, dizge, anamalcı, sömürgen … “Hey duyamıyorum… Bana da anlatın bana da…” diye yaklaştıkça daha bir bulanıklaşarak ıraklaşıyor görüntüler; bir varılacak yer var da oraya doğru yol alıyorlar sanki… “Sizi gömemezler bir kez daha!” diye çığlık atarak koşturuyorum peşlerinden. Tam yaklaşıp da bedenlerine dokunabileceğim ki birden saydamlaşmış Che ile Ulrike’nin içinden geçiyor parmaklarım ve onlarla birlikte neyin derinliklerine iniyoruz bilemiyorum, nasıl bir dehlizden içeri girer gibi olsam da öyle. Aramıza bir uzaklık koyup bir eğimde duruveriyorlar az ötemde. Sisler içinde oyun sahnesi görünümünde bir alanda Ulrike, yalnızca beden diliyle nasıl kendisini astıklarını gösteriyor Che’ye … Sonra Che… Dudak okumalarında buluyorum o son dediklerini katiline: “Vur, korkak herif, sonuçta yalnızca bir adam öldürmüş olacaksın!”  Bakınıp da göremediğim bulgulayamadığım, ne ki duyumsadığım o belli belirsiz bir yerde gizleneduran gömütlerine umarsız çekilirlerken Che’nin mırıldanmaları duyuluyor derinden derine. “Biliyorum, siz ikinizin söyleşmeleri sonsuza dek sürecek ama n’olur bana da anlat Che, Ulrike’yle ne konuşuyorsun öyle?!” diye bağırmak isterken birden sıçrayarak terler içinde sırılsıklam uyanıyorum yatağımda, karşımda duvara asılı fotoğraflarına dönük yüzüm kalakalmış Che ile Ulrike’de… “Off ya, “ diye doğruluyor yanımdaki yatakta bizim ufaklık; “gene uyutmadın beni…”  “Çok mu bağırdım?”  Bilgece yanıt vermiyor soruma da  “şu iki fotoğrafı indireceğim artık o duvardan,” diyor, “öyle onlara bakıp bakıp da böyle her gece…”  “Yooo, yo…Çok ilginçti… Konuşuyorlardı düşümde…”   “İşte onlar her bir yerinde yani…”   “Ne biçim konuşuyorsun ufaklık!”  “Hem bakalım bunlar hiç karşılaştı mı birbirleriyle? “ diye soruyor.  “Bilmem… Sanmıyorum”  diyorum.  “E, o zaman?”   “Şey… Hani daha yeni bitirdim Ulrike’nin ”Protestodan Direnişe" adlı yapıtını... Kitapların etkisi belki… 1968-İsyancı Bir Öğrenci Kuşağı’nı okurken bugünlerde yine…”  “Kaç kez okudun onu?”  “Hep…” “Nasıl canım?” ”68’in ruhunu mu soruyorsun, onu okuduğumu?” “Ne ruhu?” “Hep okuyorum onu…“