CHP’nin tezkere oylamasındaki tutumu olumlu bir gelişmedir. Bu kadarla mı kalacak ya da parti içindeki milli güvenlikçi sağ kanat yeniden egemen olmak için harekete mi geçecek şimdiden söylemek zor.

CHP değişiyor mu?

Siyasette hem gündem hızlı değişiyor hem de keskinleşme hız kazanıyor. İyi mi kötü mü bilinmez. Avrupa Birliği ve ABD’nin iktidar partisi ya da bloku ile arasının açıldığını gösteren gelişmeler Cumhurbaşkanı’nın, büyükelçilerin Kavala açıklamasının ardından “persona non grata” ilan edilmesini emretmesi ile çıkabileceği en üst noktaya çıktı. Sonrası malum; her iki tarafa da yorum serbestliği tanıyan diplomatik bir formülle sükûnet sağlandı. Gerçekte değişen bir şey yoktur; AB-ABD blokunun görüşlerinde bir değişiklik olmadığı kriz sonrası yapılan açıklamalarla, haydi o dili kullanalım, “teyit” edildi. Kısaca Batı, AKP’ye ve Cumhurbaşkanı’na karşı “insan hakları” temalı itirazlarını sürdüreceklerini, Halk Bank davası, Venezuela altınları meselesi gibi başka yöntemleri de ihmal etmeyeceklerini ilan ediyor. Besbelli ki Batı, TÜSİAD gibi Türkiye’de yönetebileceği, yönlendirebileceği bir rejim değişikliğinden yanadır.

Taraflara taraf olmadan gelişmelere soldan bakmayı deneyelim.

Rejim değişikliği talebini dile getiren, bunun için uğraşan özellikle iki partinin önderlik ettiği muhalefet Büyükelçiler krizinde Batı’nın eylemini, “içişlerine karışma” olarak niteleyerek kadim devlet anlayışına uygun olarak kınadı. Peki, Büyükelçiler krizinde iktidara yöneltilen “Batı’nın müdahalesinin nedeni sensin” söylemi kendine bir alan açmak isteyen CHP için bir değişiklik anlamı taşıyor mu? Bu bir değişiklik için yeterli sayılmayabilir ama Cumhurbaşkanı’na “iki yıl için askeri operasyon yapma ve yabancı güçleri ülkeye davet etme” yetkisi tanıyan tezkereye “hayır” denilmesi köklü bir değişiklik için başlangıç, oldu demeyelim ama olabilir.

Oylamanın gösterdiği

Siyasi tarihe bir göz atmakta yarar var. CHP, Cumhuriyet’in kurucu kadrosunun partisidir ve onu belirleyen devlet kuruculuğu dolayısıyla devletin her koşulda içeriye ve dışarıya karşı korunması esasına dayanıyor olmasıdır. Devletin temel mottosu “yurtta sulh cihanda sulh” olarak formüle edilmiştir. “Yurtta sulh”ün gelmiş geçmiş tüm hükümetler tarafından sessizlik olarak yorumlandığını biliyoruz. Uygulama da bu yönde olmuş, hükümetler, rakip partiler arasında ve askeri darbe dönemleri dahil hiç tartışma konusu olmamıştır. Bu konuda sessizliği bozan ve kısmi kazanımlar sağlayan, sistemi gerileten sol ve toplumsal muhalefet oldu. Solun toplumda ve siyasette etkili olan çabası ile yerlerine terörle mücadele yasaları konsa da 141-142 gibi faşist maddeler kaldırıldı; basın özgürlüğünde kaşıkla verilip kepçeyle geri alınsa da küçümsenmeyecek adımlar atılabildi.

“Cihanda sulh” mottosu ise NATO üyeliğinin çerçevesinde anlam değiştirmiş, Kore’ye asker göndermek gibi ilkeye ters düşen adımlarla soğuk savaşın gereklerine uygun bir şekilde yeniden yorumlanmıştır. Yine de “cihanda sulh” ilkesi fiiliyatta Kıbrıs harekâtına kadar bozulmadan tüm hükümetlerce korunmuş, iktidar ya da muhalefet arasında tartışmasız bir alan olarak kalmıştır. ABD’nin Irak saldırısına katılma talebinin Meclis’te reddedilmesi bir “oylama arızası” olarak ilkede köklü değişiklik isteğine engel olamamış, o tarihten başlayarak sınır ötesinde askeri harekâtlar yapma, sınırları sınır ötesinden koruma politikası, ABD işgaliyle güçten düşmüş Irak’ın etkisiz itirazlarına karşın tüm iktidar ve muhalefet partilerince onaylanan bir gelişme olmuştur.

Ana muhalefet partisinin bu tür politik yaklaşımı terk etmesinin ilk örneğini son tezkere oylamasında görüyoruz. Bunun ön adımlarını muhalefetin, iktidarın Suriye, Libya operasyonlarına itirazında görmüştük; tezkere oylamasındaki tutum biraz daha radikal bir gelişmeyi haber veriyor. Gerçekten köklü bir değişimin habercisi olup olmadığını önümüzdeki dönemde göreceğiz. Şimdiden söylenebilecek olan devletçi yaklaşımda radikal bir kırılmanın ya da rejim değişikliği ile birlikte “cihanda sulh” ilkesinin bir anlamda NATO öncesi döneme etkin bir dönüş anlamı taşıyıp taşımayacağı konusunun belirsiz olduğudur. CHP kadrolarının bu türden bir değişimi gönül rahatlığıyla kabul ettiklerini gösteren belirtiler henüz yeterince ortaya çıkmadı. İyimser ya da karamsar olmak için bir elimizde güçlü kanıtlar yok ama biliyoruz ki, değerli Ateş Uslu’nun henüz okumaya başlama değil, karıştırma fırsatı bulamadığım ama değinmeden geçemeyeceğim Siyasal Düşüncenin Toplumsal Tarihi adlı 3 ciltlik çalışmasının girişinde söylediği gibi, “düşünceler ister basit ve tepkisel ister karmaşık ve sistemli olsunlar, her zaman etten kemikten insanların somut koşullar içinde somut olgu ve olaylara verdikleri yanıtlarla oluşur.” (Yordam Kitap; sf.17)

Görünen bu tür bir değişim için ana muhalefetin sağlam bir zemine, siyasette değişikliği taşıyabilecek “etten kemikten” kadrolara sahip olup olmadığını zaman gösterecektir. Kendilerini rejim değişikliği ile sınırlayan muhalif kadroların değişiklikten kastının tam anlaşılmadığı koşullarda, yine görünen odur ki ittifak dışında gelişen Sol’un ideolojik politik müdahalesi olmaksızın bu türden bir değişimin gerçekleşmesi zordur.

Hafızamızda şeytanlar

Siyasal partilerin, daha da genişletelim ülkelerin devletlerin hafızaları kolay kolay değişmez. Şükrü Aslan’dan, (Şehir Göçtür. BirGün, 28.10.2021) şehir yerine devlet sözcüğünü kullanarak aktaralım: “Modernizm, aynı zamanda şehirlerin (devletlerin) hafızasına atılmış bir neşter işlevi de görmüş; hemen her şehirde (devlette) geleneksel kültürler tasfiye edilerek hâkim kimlikle ilişkili olacak şekilde bir ‘hafıza’ yaratılmaya çalışılmıştır. Ulus devlet sistemleri, sınırları içerisinde kurmaya çalıştıkları bu yeni ulusal hafızaya uygun referans sağladığı ölçüde geçmişle ilgilenmiştir. Arkeoloji, antropoloji gibi sosyal bilimler aracılığıyla bu elverişli geçmiş çeşitli biçimlerde yeniden üretilmiş; hâkim kimlikle ilgili olmayan geleneksel hafıza örnekleri ise ihmal edilmiş, silinmiş veya görünmez alana atılmıştır.”

Ama artık yeni bir döneme girilmiş, yeni bir süreç başlamıştır. Şükrü Aslan’dan aktarmayı sürdürelim: “Bu yeni süreçte unutulan veya unutulması için her türlü araç ve imkânın kullanıldığı geleneksel hafıza örnekleri, mekânları ve ürünleri uzun yıllardır kapatıldıkları yerlerden birer birer görünür olmaya başlamışlardır.” Öyle oldu gerçekten. Tartışılmaz konular tartışılmaya başlanabildi. Ama bu değişimin her zaman kutsanamayacağını, etkisizleşmesi için çaba harcansa da yok olmayan yobaz hafızaların da yeni süreçte güçlenmeye çalışmalarından daha doğal, daha tehlikeli ne olabilir. Olumlu olanla olumsuz gelişmeyi aynı kategoride görmek, değerlendirmek yanıltıcı olacaktır. Toplumsal gelişmenin önünü tıkayan, hızla büyüyen yeraltı tarikatları ile varlığını kanıtlamak kendi dilini öğrenmek öğretmek isteyeni aynı kategoride değerlendirmek postmodern anlayışa kapı açar. Ama öte yandan eski yaklaşımın terk edilmesi, hafızanın yenilenmesi konusundaki gelişme, siyasi partileri egemenliği altına almış şoven milliyetçi yaklaşımların önemini, etkisini yitirmesi gelecek açısından umut vericidir.

***

Millet İttifakı’nın yönlendiricisi, başat gücü CHP’nin tezkere oylamasındaki tutumu bu türden olumlu bir gelişmedir. Bu kadarla mı kalacak ya da parti içindeki milli güvenlikçi sağ kanat yeniden egemen olmak için harekete mi geçecek şimdiden söylemek zor. Ama yinelemekte fayda var, toplumsal gelişmeyi devrimci bir anlayışla tahlil eden sol, bugüne kadar hep sağa doğru ilerlemeyi halkla buluşmak olarak tanımlayan sosyal demokrasideki bu yeni eğilimi iyi değerlendirmeli, eleştirel desteğini gösterebilmelidir.

Öyle anlaşılıyor ki hakikat CHP’yi gerçekleri görmeye çağırıyor.