“Dokunulmazlık ve eşitsizlikte çifte standartlar” başlıklı yazımda (9 Mart), hukukumuzun seçmen ve seçilen arasında, yurttaş ve belli kategori kamu görevlileri arasında, suç ve cezalar ile bunların uygulanması bakımından ayrıcalıklar, eşitsizlikler ve çifte standartlarla bezeli olduğunu vurguladım.

AK Parti teklifine göre; “Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz” (md.83/ F.2, c.1) hükmü, “yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında uygulanmaz”.

Anayasa değişikliği teklifi, “dokunulmazlık zırhı”nı mevcut durum bakımından aralayacağı için rahatlatıcı görünebilir. Ne var ki, önerinin kabul edilmesi, anayasa ve siyaset açısından, kısa ve uzun vadede ciddi sorunlara yol açabilecek.

Hele hele, CB’nin, Külliye’de toplumun değişik kesimleri ve özellikle muhtarlar üzerinden oluşturduğu “dokunulmazlık söylemi”, niyeti açığa vurmakta.


Hangi cumhurbaşkanı (cb)?
-MİT TIR’ları ile sınır ötesine silah sevkıyatı yaptıran,

-TV’de canlı yayın sırasında Dağlıca katliamını öğrenince, “400 milletvekili verselerdi durum farklı olurdu” diyebilen,

-Ankara’da 103 kişiyi katleden terör örgütünü teşhir yerine “kokteyl” oluşturmaya çalışan.


“Anayasaya aykırı ama…”
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, AK Parti girişimini desteklemek için, “Anayasaya aykırı ama teklife evet diyeceğiz” diyor.

Bu sözün çağrıştırdığı söz ve uygulamalar:

-“Anayasayı bir kez delsek ne olur?” (Özal)

-“Anayasaya aykırı ama imzalıyorum”(Gül)

-“Beni halk seçti; anayasal rejim beklemeye alındı…” (Erdoğan).

Kılıçdaroğlu’nun sözleri ile diğerleri arasında nitelik farkı yok. Peki fark nerede? İlk üçü, “muhafazakâr/maneviyatçı ve milliyetçi” kanat temsilcileri; sonuncusu ise, “sosyal demokrasi” kanadını temsil ettiği iddiasında.



Tuzak nerede?
AKP-MHP ittifakının ortak hedefi, HDP’lileri TBMM’den tasfiye etmek ve çoğunun tutuklanmasını sağlamak…

AK Parti hedefi ise, TBMM’de “boşalan üyeliklerin sayısı, üye tamsayısının yüzde beşini bulması” durumunda üç ay içinde ara seçime gitmek. (Burada ilk hedef, milletvekili sayısını 330’a yükseltmek).

Ya CHP? Bu tuzağı görmüyor mu? Başlıca gerekçe: “Teklife hayır, HDP’yi gözetmek ve terör örgütüne örtülü destek görüntüsü verebilir…”


AKP-HDP-PKK
Doğru; PKK saldırı ve katliamları karşısında HDP’nin sinmiş veya sindirilmiş tavrı; hatta taziye çadırı ziyareti gibi saçmalıklar eleştirilmeli, sorgulanmalı ve teşhir edilmeli…

Ya AK Parti Hükümetleri?

-TBMM’yi devre dışı bırakarak PKK ile müzakere sürecini yürüten,

-Güneydoğu’nun cephaneliğe dönüşmesine göz yuman,

-7 Haziran seçimlerinde çoğunluğu elde edemeyince, kullandığı anayasa dışı yol ve yöntemlerle bir tür “imha politikası” uygulayan (asker ve polis, siviller ve insan hakları savunucuları; hatta, tarihsel ve kültürel miras…) kendileri değil mi?

Şimdi, aynı parti ve manevi lideri olarak gördüğü Külliye mukimi, HDP ile daha genel anlamda kendi yanlış politikalarını eleştiren “demokratik muhalefet” çevrelerini “günah keçisi” ilan etmeye çalışıyor. (Tıpkı, “paralel devlet” adını vererek “terör örgütü” olarak nitelediği Cemaat’e karşı mücadelede hukuku dillendirenleri işbirlikçi olarak yaftaladığı gibi.).


AKP “klasiği” ve CHP çelişkisi…
AK Parti teklifinin Anayasa’ya aykırı olduğunu gören CHP, siyaseten iktidar partisinin bu “iki yüzü”nü görmüyor mu?

AK Parti, an itibariyle her yaptığını mutlak doğru olarak görüyor ve/ya öyle gösteriyor. Zaman içinde, “yanıldım, yanıltıldım, aldatıldım, iyi niyetimiz kötüye kullanıldı” diyebiliyor. “An ve zaman farklılaşması”, iç siyaset için olduğu kadar diplomasi için de geçerli.

Peki ya CHP? Anayasa’ya aykırı bir adımla yola çıkmayı kabul ettiğine göre, gelecek hafta ve aylarda politik olarak da “yanlış yaptım” mı diyecek? Öyle olursa, “an ve zaman” farkı konusunda da AK Parti çizgisine yaklaşacak demektir.

“AK Parti tipi” değişiklik teklifinin anayasallık sorununu gelecek yazıda ele alacağım.