Bir kez daha muhalif kitleler hayal kırıklığıyla örselendiler. Katmerli bir kırılma. 16 Nisan Referandumu’nda ‘hayırın çalındığına’ inandırılmışlardı. Ankara Büyükşehir Belediye seçimlerinde de hile olduğuna inandırılmışlardı. Neredeyse 2010 referandumundan bu yana kaybedilen her seçimde onlara şaibe olduğu söyleniyor. Öyle fısıltıyla kulaktan kulağa değil, resmi açıklama olarak. Yine aynı şey oldu ve ortalık Muharrem İnce’nin silahla tehdit edildiği, Kılıçdaroğlu’na “iç savaş çıkarırım” şantajının yapıldığı söylentilerinden geçilmez oldu.

Koskoca Cumhuriyet Halk Partisi’nin engin sağduyusuyla meşhur, devlet terbiyesi almış, kendisi çok dürüst olduğundan RTE’yi hep yalan söylemekle suçlamakta beis görmeyen Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “16 Nisan referandumun asıl sonucunun yüzde 51,2 ile hayır olduğunu ve Yüksek Seçim Kurulu’nun hilesiyle evet çıkarıldığını, bu yüzden meşru olmadığını” söylemişti. Öyle dost arasında falan değil, gece vakti arkadaş sandığı gazeteciye WhatsApp mesajı olarak da değil, kamusal alana açıklama yapmıştı. 15 Şubat 2018 tarihinde, medyada geniş yer buldu, açıklamasına yönelik suç duyurusunda bulunuldu. Bu açıklaması, başta CHP’liler olmak üzere muhalif kesimlerin, “Demek ki, 16 Nisan gecesi Kılıçdaroğlu, ‘eve dönün’ çağrısı yapmasaydı, kan gövdeyi götürecekti” diye ona hak bile vermelerini sağladı. Engin sağduyusu oradan…

Delikanlı, dobra, köy çocuğu, öğretmen Muharrem İnce’nin seçim kampanyası boyunca en çok tekrarladığı söz, “Oylarınızı çaldırmayacağım” oldu. “50 bin avukat cübbeleriyle beklesin, YSK’yı kuşatacağım” diye heyheylendi durdu. Partinin bilgi işlem teknolojilerinden sorumlu genç, iyi eğitimli, cevval Genel Başkan Yardımcısı Onursal Adıgüzel, yapay zekâ destekli seçim sonuç sistemi kurduklarını, YSK’nin bile sonuçları kendilerinden alacağını iddia etti.

Bu cesaretlendirmeler, seçmenin seçim sürecinin antidemokratikliğine önem vermemesine neden oldu. Oysa asıl hileli olan seçim süreciydi. İktidarı hiç değilse OHAL’den vazgeçmeye zorlayacak eylemlere yönelinmesinin önünü kesti. Şartlar ne olursa olsun, eğer oylar doğru sayılacaksa, sandıkta ve sayımda hilenin önüne geçilecekse; bu kadar açık, kendinden emin vaat ediyorlarsa, bugüne kadar hep hileyle kazandılarsa, biz hileyi önler, bu seçimi kazanırız dediler. Yapmaları gereken sandığa sahip çıkmak, oy verilen okulları terk etmemek, sayım sırasında sandık başında olmaktı. İnsanlar tuvaletlerini yapmaya gitmediler! Gaz yediler, dövüldüler, coplandılar!

24 Haziran günü Kılıçdaroğlu’nu öğleyin oy kullandıktan, İnce’yi saat 17.00’de YSK önündeki kısa açıklamasından sonra gören olmadı. İnce, İsmail Küçükkaya aracılığıyla “adamın kazandığını” duyurdu, yüzünü ertesi gün 12.00’de göstermeyi lütfetti. Kılıçdaroğlu, bir gün sonra “çok başarılıyız” açıklaması yaptı, Adıgüzel, “Kurduğumuz sistem olağanüstü iyi işledi” dedi. CHP yönetiminin ekrana çıkabilen yüzleri de ne seçim gecesi ve ne de sonrasında farklı değillerdi.

24 Haziran gecesi başlayan ve halen daha bitmeyen, daha da karmaşıklaşıp derinleşen komplo teorilerinin asıl sorumlularını bilmek istiyor musunuz? Sadece onlar olmasa da başrolde bu üç isim var; Kılıçdaroğlu, İnce ve Adıgüzel. Peki, komplo teorilerinden en çok yarar sağlayanlar kimler? Yine bu üç isim ve CHP üst yönetimi. Çünkü ortaya atılan ve bulandırıldıkça bulandırılan komplo teorileri bu kişilerin sorumluluktan kaçmalarına olanak sağlıyor.

RTEakpmhp blokunun ne olduğu, ne yapabilecekleri belli; kimse onlardan demokratlık ya da dürüstlük beklemiyor zaten. Hiç hile yapmıyorlar mı, temizler mi? Tabii ki kirliler. Ama komplo teorilerinin iddiaları gibi mi yoksa kurdukları antidemokratik seçim süreciyle mi? Bu soruya yanıt verilmesi gerekli.

Eğer muhalif halkların hayal kırıklığından arınması bekleniyorsa kendi hakikatleriyle yüzleşmeleri gerekli. Bu acı verici bir süreç, ama kaçınılmaz. Hani Ruhi Su’nun seslendirdiği ölümsüz Irmak türküsündeki gibi;

Ağaç demiş ki baltaya

Sen beni kesemezdin ama

Ne yapayım ki sapın benden

Bak şu ağacın bilincine

Ölen ben, öldüren benden

Ruhsal örselenmelerin neden olduğu yaraların iyileşebilmeleri için kanatılmaları gerek. Örselenmeler, kötü kabuk bağlamış, altındaki irinin şişkinlik yaptığı iyileşmemiş yaralardır. İyileştirmek için o kapanmamış yaranın kabuğunu kazımak, içindeki cerahati akıtmak, yara bölgesini yakıcı mikrop öldürücülerle yıkamak şart. Bu süreç çok acılı, çok sancılıdır. Ama dayanılırsa yara ne kadar eski, ne kadar derin olsa da mutlak iyileşir ve belli belirsiz bir ize dönüşür.

Yanıtlanması zorunlu olan soru şu: Seçimlerde olan hileler, sonucu belirleyecek büyüklükte mi? Bu sorunun yanıtı kanıtlarıyla evetse, CHP’nin yapması gereken bellidir. Rejimi değiştiren referandum ve değişen rejime yasallık kazandıran son iki seçim hileliyse, bunu kanıtlayacak veriyi ortaya koyarak bir mücadeleye başlamaları zorunlu. “Yürü önümüzde” demelerini bekleyerek değil, “ben yürüyorum, gelen gelsin” diyerek. Adalet Yürüyüşü öyle olmadı mı?

Eğer seçimlerin hileli olduğuna dair kanıtlar netse ve tehdit edildikleri için susmak zorunda kalıyorlarsa tarihin en büyük korkakları onlar demektir. Kendi korkaklıklarıyla bir ülkenin yurttaşlarının hile altında yöneltilmesine göz yumuyorlar anlamına gelir. En fazla tutuklanırlar ama ülkeyi ve halkları kurtarmış olurlar, değil mi?

Sorunun bir yanıtı daha olabilir. Seçimlerde yapılan usulsüzlükler sonuca etkiyecek büyüklükte değildir! Ne Ankara Büyükşehir, ne 16 Nisan ve ne de 24 Haziran! Eğer hakikat buysa o zaman bütün o komplo teorileri; CHP yönetiminin kendi beceriksizliklerini, başarısızlıklarını gizlemek için bile isteye çıkardıkları, en azından çıkmasına göz yumdukları yalanlardan öte değildir. Öyle ya RTE’nin ajanı olacak halleri de yoktur, artık!

Asıl hırsızlık, hakikatin üzerini örterek düzenin kendini her defasında daha da sağlama almasına neden olmak değil mi?

O da zamanından önceye kıstırılmazsa yerel seçimlere sekiz ay var. CHP yönetimi hakikatin üzerindeki sır perdesinin hiç değilse kendilerini gizleyen kısmını açacak cesareti gösterirse, muhalif kitleyi boğan, felç eden hayal kırıklığını aşmak için bir imkân doğabilir.

Örselenmekten sıyrılmanın yolu acı çekmeye cesaret edebilmekle başlıyor…

Bugün 2 Temmuz, 1993 Sivas Katliamı olalı çeyrek yüzyıl geçmiş oluyor. Ölülerimizden utanın hiç değilse diyorum, onların yüzü suyu hürmetine dürüst ve cesur olun…