Ana muhalefet olağanüstü hal hüküm sürerken “olağan” kurultayını gerçekleştirdi. Yarış tahmin edildiği üzere Kılıçdaroğlu ile Muharrem İnce arasında geçti. Kılıçdaroğlu’nun partilere verdiği mesajlar, İnce’nin dokunulmazlık ve Ekmeleddin İhsanoğlu eleştirileri salonda yankılandı. Fakat partililer ne Muahrrem Bey’den ne de yola devam kararı verdikleri Kemal Bey’den bir iktidar projeksiyonu ve ona uygun bir program dinleyebildi.

12 Eylül öncesinde bir siyasi partinin program, strateji ve örgütsel yapısının masaya yatırıldığı kongreler bugün daha çok başkanlık ve parti meclisi hesaplarına indirgenmiş durumda. Hemen hemen her düzen partisinde delege hesaplarına, pazarlıklara endeksli işleyen kongre-kurultay süreci tabanı karar alma sürecinden uzaklaştırdığı ölçüde politik alanı daraltıyor, heyecanı köreltiyor. Geriye AKP ve MHP kongrelerinde gördüğümüz lider şovu ve kuru hamaset kalıyor. CHP’nin kurultay süreci bu kısır döngünün aşılması için partiye bir fırsat sundu. Çünkü ilçe ve il kongrelerinde gözle görülür bir gençleşme yaşandı; Kaftancıoğlu örneğinde olduğu gibi kadınların etkinliği arttı. Cihaner ve Böke’nin sol manifestosu tabanda ilgi uyandırdı. Seçmenin başarısızlığa tahammülü yok. Ancak zafer yalnızca nasıl muhalefet yapılacağını konuşmaktan değil nasıl bir Türkiye inşa edileceğini cesurca anlatmaktan da geçiyor.

Geçmişin yükü
CHP ne 1960’larda ne de 70’lerde tek parçalı bir partiydi. CHP’yi ‘sağa’ çekmek isteyenlerle sosyal demokrat bir hat tutturmak isteyenler arasında sıkı bir rekabet vardı. O rekabet bugün de tam gaz sürüyor. 1960’larda “ortanın solu” kararı üzerine sağ Kemalistler partiden ayrıldı fakat partinin yüzünü sola dönmesi orta vadede CHP’ye çok partili yaşamda ulaştığı en büyük seçmen desteğini getirdi. 90’lı yılların ikinci yarısında Baykal’ın CHP’si “devlet partisi” görünüme geri dönerek hem 70’lerin mirasını hem de SHP deneyimini heba etti. Sosyal-liberal sentez peşindeki Baykal, CHP’yi merkeze taşıyayım derken onu kimliksiz, iddiasız bir partiye dönüştürdü.

Bugünün CHP’sinin sırtında yakın geçmişin yükü var. Toplumsal karşılığı seslerinin yüksekliği kadar olmayan sağcı ve ulusalcı aktörler bunun başında geliyor. CHP yönetiminin sağ vasatı ve ulusalcıları feda etmemek için izlediği politika muhalif siyasetin toplumsallaşması ve büyümesi olanağına zarar veriyor. CHP’nin bir kitle partisi olması, onun ideolojik - programatik olarak savrulması demek değil. Hele siyasal İslam devlete çöreklenmiş, savaş tamtamları çalmışken. Umarız bu kurultay, siyaseti devlet içindeki güçlerin savaşına indirgeyen çevrelerin CHP’nin önüne taş koymasının sonu olur.

Yanlışlar, doğrular
CHP yönetiminin hatası, Saray’ın çizdiği sınırlar dahilinde siyaset yapmasıdır. Bu sınır, iktidar blokunun terkibine göre karakter değiştirse de son kertede Erdoğan’ın işine yarıyor. 15 Temmuz akabinde “Yenikapı ruhu”, sonrasında “milli mutabakat” olarak tarif edilen “sınırı” kabul ederek Saray rejimini galebe çalmak mümkün değil. Sağ konsolidasyon çabalarına uyum sağlayarak, oy geçişkenliğinden medet ummanın Türkiye’nin politik gerçekliğiyle telif edilebilir bir yanı da yok. Milliyetçi-muhafazakâr seçmeni tatmin etmek odaklı siyasi strateji eldeki mevcudun da enerjisini ve eylemliliğini soğuruyor. Aksi durumda davranıldığında ise CHP yönetimini dahi hayrete düşürecek bir potansiyel açığa çıkıyor. Hayır kampanyası ve Adalet yürüyüşü bunun kanıtıdır. Siyaseti oligarşinin tekelinden kurtarıp toplumsallaştıran kazanır.

Kılıçdaroğlu Kurultay’da yaptığı konuşmasında 2019 yerel seçimlerini düşünerek “yerelden yükseliş” gibi doğru bir politik hatta işaret etti.

Ancak bunun için CHP’nin yerel seçimlere hazırlanma mantığının değişmesi gerekir. Öyle ya “Sarıgül ittifakının” nelere mal olduğunu birlikte yaşıyoruz. Toplumcu belediyecilik ya da 1980’lerin sonundaki sosyal demokrat belediyecilik anlayışını 2018’in somut şartlarına göre yeniden ele alacak bir perspektife ihtiyaç var. Yerel yönetimde hedef yalnızca yaşam tarzını korumak isteyen kitlelerin beklentisiyle sınırlı tutulamaz. Aksine ülkenin geleceğine damga vuracak bir siyaset, kapitalist ilişkilerin sadakaya mahkum ettiği mahallelere sistem dışı çözümler önermekle mümkün.
Maltepe mitinginde Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı 10 madde aciliyetini ve geçerliliğini koruyor. Yeter ki arkasında durulsun. Aradan geçen bunca ayda parti yönetimi bu konuda atması gereken adımları atmadı, belgelerle oyalandı. Devir idare-i maslahat devri değildir; bir vurup iki geri çekilme devri hiç değildir. İlkelerde tutarlılık somut sorunlarla test edilir. Hem “yurtta sulh cihanda sulh” deyip hem Saray’ın açtığı cepheye destek çıkamazsınız. Yandaşların demokratları hedefe koyduğu, hacamatçıların tabiplere meydan okuduğu, Diyanet’in skandal fetvalara devam ettiği bir Türkiye’de “adalet ve cesarete” laiklik ve barışı eklemeden siyasi kurtuluş yoktur.