CHP laiklik kavgasından kaçabilir mi?

Milliyetçi-muhafazakâr gelenekten gelen, kendisini “Türk milliyetçisi, Ülkücü, eş, anne, babaanne” diye tarif eden Meral Akşener, 29 Temmuz günü sosyal medya hesabından Atatürk’ün kadınlarla çekilmiş bir fotoğrafını paylaşarak altına şöyle yazdı: “Evlendirme memuru önünde resmi nikâh inkılâp kanunlarındandır. Değiştirilmesine Asil Türk Kadınları izin vermeyecektir.”

Sağcı bir siyasetçi, partisini kurduğunda AKP ve MHP’nin oylarını böleceği, kuracağı merkez sağ partinin her ikisine de alternatif olma iddiasını taşıyacağı bilinen bir siyasetçi, “aman sağ seçmeni küstürür müyüm, yok efendim muhafazakâr hassasiyetler, milletimizin değerleri” gibi saçmalıklara aldırmaksızın, üstelik bir de “devrim kanunları”na vurgu yaparak “müftü nikâhı”na karşı çıkarken, Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimi ne yapıyordu? Sorunun yanıtı biliniyor: Hiçbir şey.

Gerçi “hiçbir şey” denemez, tam da o günlerde CHP’li iki vekil ve İstanbul İl Başkanı, siyasal İslam’ın gövde gösterisi olmaktan öteye gitmeyecek olan Yenikapı’daki “Kudüs Mitingi”ne gidip dayanışma duygularını iletiyor ve referandum öncesi başlatılan Saadet Partisi ile yakınlaşma siyasetinin devam ettirileceğini gösteriyorlardı ki bu da zaten şaşırtıcı değildi.

Değildi, çünkü gerek Kılıçdaroğlu gerek etrafındaki sağcı danışmanlar uzunca bir süredir iktidar stratejilerini CHP’yi merkez sağ bir parti hüviyetine büründürmek üzerine kurmuş durumdaydılar. “Milletin değerleriyle kavga etmeme” diye kodladıkları bu strateji, sağın argümanlarını kullanarak, dinselleşmeye ses çıkarmayarak, hatta bilakis “İmam-hatipleri açan parti biziz” gibi çıkışlar yaparak ve milliyetçi sloganları dillendirerek iktidar olunabileceği, hiç olmazsa bir koalisyon ortaklığı kapılabileceği hayali üzerine kurulmuştu. (Hayal diyoruz, çünkü aslı varken suretinin herhangi bir işe yaramayacağı, bu topraklarda sağcılığın esas sahibinin kimler olduğu ve o ekmeğin CHP’ye/Kılıçdaroğlu’na yedirilmeyeceği sayısız hadisede görüldü).

Neyse, devam edelim. İşte tam da bu merkez sağ parti olma hevesidir ki, “laiklik” başlığında kuzuların sessizliğini oynamayı ve bunu bir mücadele konusu olarak görmemeyi beraberinde getirdi. Kılıçdaroğlu yıllar önce Türkiye’de bir laiklik sorunu görmediğini beyan etmişti ve o günden bugüne fikrini değiştirdiğine dair bir kanıt yok elimizde. Bilakis, Maltepe mitinginde yaptığı manifesto niteliğindeki konuşmada laiklikten söz etmemesine ya da dinselleşmeye dair herhangi bir vurgusunun, herhangi bir itirazının olmamasına, dinselleşmeyi rejimin kurucu unsuru olarak görmemesine, tek adamlıkla dinselleşme arasındaki bağlantıyı ortaya koymaktan özenle kaçınmasına bakarak, fikrini değiştirmediğini söyleyebiliyoruz.

Peki CHP yönetiminin, ülkede dinsel bir rejim kurulmuyormuş gibi yapması, referandum sonrası dinselleşme politikalarında el yükseltildiğini görmezden gelmesi ve laiklik kavgasından kaçması sürdürülebilir bir politika mı, bu politika ile devam edilebilir mi?

Milli Eğitim Bakanlığı’nın Ensar’la, Türkiye gericiliğinin en eski örgütlenmelerinden İlim Yayma Cemiyeti ile ve AKP’nin arkasındaki esas güç olan Birlik Vakfı ile protokol imzaladığı bir Türkiye’den bahsediyoruz. Çiğdem Toker günlerdir Cumhuriyet’teki köşesinde yazıyor, Nakşibendi Tarikatı’na ait öğrenci evlerinin devlet bütçesinden finanse edilmesi için anlaşmaların yapıldığı bir Türkiye’den bahsediyoruz, müfredatta evrimin değil cihadın yer aldığı bir Türkiye’den bahsediyoruz, “Rahipler de nikâh kıyıyor” zırvalığıyla müftülere nikâh kıyma yetkisi verilerek Medeni Kanun’un iğdiş edilmek istendiği bir Türkiye’den bahsediyoruz.

Bu saydıklarımız kendiliğinden, münferit, plansız programsız gelişmeler değil, toplumun dinselleştirilmesi projesinin ve rejim inşasının bir parçasıdır. Daha önce de yazdığımız gibi rejim basitçe otoriterleşme üzerinden, tek adamlık üzerinden okunamaz, rejim karşıtlığı sadece tek adam karşıtlığına indirgenemez. Neoliberal emek düşmanı politikalar, dinselleşme ve tek adamlık, rejime karakteristiğini vermektedir ve birbirinden ayrıştırılamaz, bunlardan birini dışarıda bırakarak diğerlerine karşı olunamaz, rejime karşı mücadele edilemez.

Dolayısıyla eğer Türkiye’de bir toplumsal muhalefet dalgası yükseltilecekse, yeni bir kurucu irade şekillenecekse, iktidarın hegemonya projesinin karşısına yeni bir hegemonya projesi konacaksa, bunun kurucu unsurlarından biri kaçınılmaz olarak gericilikle mücadele ve laiklik kavgası olacaktır. CHP yönetimi bu gidişatı ister görür ve kendini ona göre konumlandırır, ister görmez ve yoluna devam eder ama bizim açımızdan önemli olan CHP’ye oy veren milyonların bu kavganın neresinde olacağıdır. Türkiye toplumundaki yarılmanın ve kutuplaşmanın esas fay hattının hızla dinsel bir rejim inşa edenler ile karşıtları/kapsayamadıkları ikiliği veçhesine büründüğü bir konjonktürde siyasal müdahalenin yapılacağı yerin bu ikilik ve bu hat olduğu açıktır.