CHP'li Özgür Özel, TBMM kürsüsünden tutuklu iş adamı Osman Kavala'nın mektubunu okudu ve "Dışarı çıkması için illa bir dünya liderinden mi telefon gerekiyor" dedi

CHP'li Özel: Cumartesi Anneleri'ne daha ne kadar duyarsız kalacaksınız?

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Kamu Denetçiliği Kurumu’nun 2017 yılı raporunun görüşmeleri sırasında 1 yıldır hakkındaki iddianame yazılmadan cezaevinde tutulan Osman Kavala’nın durumunu gündeme getirerek, “Ne oldu da hangi dinamik Osman Kavala'nın iddianamesini bir yıl geçmesine rağmen hazırlatmıyor? Bu memlekette içeriye kimin gireceğine sizin dünya lideriniz, kimin çıkacağına dünyanın öbür liderleri karar veriyor. Osman Kavala'nın çıkması için illa bir dünya liderinden mi telefon gerekiyor? Aratacak dünya liderleri olmayınca kimsesizlerin kimsesi olmak cumhuriyetin görevi değil mi?” diye konuştu.

HALKIN AVUKATLIĞINI YAPMASI GEREKEN BİR KURUM

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Kamu Denetçiliği Kurumu’nun 2017 yılı raporunun TBMM Genel Kurulu’ndaki görüşmeleri sırasında, “Kamu Denetçiliği Kurumu, ülkenin yargısının FETÖ'ye teslim edildiği 12 Eylül 2010 referandumunda ne bizim ne hiçbir muhalefet partisinin karşı çıkmadığı ancak ayrılsın, bunlar Meclisten kendiliğinden geçsin dediğimiz ama FETÖ'nün HSYK'yı ele geçirmek başta olmak üzere üç tane zehirli maddesinin etrafına şeker olarak bulanmış maddelerden biriydi. Dünyada en bilindik adıyla halkın avukatlığını yapması gereken bir kurumdur. Bu, özellikle İsveç'te Batı Avrupa'da son derece iyi işleyen, iyi sonuçlar veren ve vatandaşın hak arama mekanizması, hak arama kültürü açısından da son derece yerleşmiş bir uygulamadır” dedi. Özel, şunları kaydetti:

ÖLÜ TAKLİDİ YAPAN İDARELER VAR

“2013'ten itibaren bugüne kadar 52.486 başvuru olmuş, bunların 17.131'i bu raporumuza konu yılın içinde olmuş. Tabii, kurum bunlara doğrudan kabul ya da ret kararı vermiyor, başvuruyu kabul etmeyebiliyor, geçersiz sayabiliyor, birleştirme kararı alıyor, gönderme kararı alabiliyor, incelenemezlik kararı alabiliyor, dostane çözüm kararı alabiliyor Bu sene 245 tane başvuruda tavsiye kararı almış. Kamu Denetçiliği Kurumu gibi kurumların performansı kararlarına uyulma oranlarıyla ölçülüyor. Bu, geçmişte korkunç düzeydeydi; yüzde 15'ler, 20'ler, 27'ler. Bu dönem raporda uyma oranı olarak ifade edilen oran yüzde 65 olarak ifade ediliyor. Dünya ortalaması yüzde 75-80 arası. Yani alınan yol önemli ama daha katedilecek çok yol var ve bizim yüzde 65'e de itirazımız var. Kurumun başvurduğu idare mercilerinde, kurumun yapmış olduğu uyarıya karşı tamamen tepkisiz kalanlar var yani kuruma karşı ölü taklidi yapan ya da kurumu hiç hükmünde gören, yok hükmünde gören idare var. Onu da katarsanız eğer yani kurum çabalamış ama idarenin baştan tepkisizliğinden dolayı bir sonuç alınamayanları kattığınızda uyulma oranı yüzde 53,5'a düşüyor. Bundan sonraki süreçte olumlu bulduğumuz birkaç karara dikkat çekmek istiyorum. Mesela, kararlarından bir tanesi, kurum demiş ki: Çocuk teslimi icra daireleriyle olmasın. Bugünlerde çözülmeye uğraşılıyor, düzenlemeler yapıldı. Kurumun bu uyarısından sonra atılan adım önemli. Boşanmış anne-baba gününde çocuğu vermediği zaman icra daireleri devreye giriyordu. Diğer olumlu bir örnek olarak söyleyelim: Namık Kemal Üniversitesi’nin Rektörlüğü öyle bir ilan vermiş ki bir kişiyi tarif etmiş. Kurum da başvuru sonucunda Bu, kişiye özel ilandır demiş ve bu konuda bir düzelme sağlamış.

AŞILAMAYAN ŞEYLER VAR, BUNUN GÖRÜLMESİ LAZIM

Peki, uyulmayan neler var? İşte, uyulanlar önemli ama uyulmayanlar çok kritik. Kurum, sözlü mülakatlarda nesnellikle ilgili Adalet Bakanlığı’na kritik uyarılarda bulunuyor yani diyor ki kurum: Siz hâkim ve savcı alırken objektif kriterler değil, sübjektif kriterler belirliyorsunuz. Zaten sahada da bu var ve deniyor ki: Adalet ve Kalkınma Partisiyle bir bağ, bir irtibat, bir iltisak, bir yerden torpil yoksa hâkim, savcı olamıyorsun. Olanlara bakınca çok doğru. Ben bir olmayan hikâye anlatacağım: Bunu, bir vicdan muhasebesi yapmak için önemsiyoruz. Genel Başkanımızla birlikte bir kadın cezaevinde ziyaretteyiz 8 Martta. Belli bir yaşta, oranın emekçisi olduğu bilinen, etrafındaki tüm personel tarafından saygıyla karşılanan bir kadın infaz koruma memuru. Kadının hikâyesi şu: Bir tanecik oğlu var. Oğlu daha 3-4 yaşlarındayken baba ölüyor. Bir maaşa kalıyor, o maaşla oğlunu büyütmeye başlıyor. Bu oğlan bu imkânsızlıklar içinde, hayata annesinin verdiği tutunma mücadelesine katkı vererek ve ondan feyz alarak öyle bir çalışkan oğlan oluyor ki her sınıfı geçiyor ve okul birincisi kontenjanından Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanıyor. Orada da durmuyor hukuk fakültesini dereceyle bitiyor. Bir tane hayali var, o, çocukluğundan beri gördüğü hâkim, savcı amcalardan bir tanesi olacak. Sınava giriyor, ilk sınavda 20 bin kişiden 1800'üncü oluyor, mülakata çağrılıyor, eleniyor. Hırs yapıyor, bu sefer daha da çok çalışıyor, bu sefer 20 bine yakın kişiden veya 200'üncü oluyor ve tekrar mülakata girecek ama çok umutsuz. Biz bir hakkın teslimi için resmî randevu alıyoruz Veli Ağbaba'yla birlikte, Adalet Bakanı müsteşarına durumu detaylı anlatıyoruz. Müsteşar diyor ki: ‘İyi ama Bakan Bey'in de haberinin olması lazım.’ Hiç erinmedim; hiç sevmem oradan muhalefet milletvekilleri Bakana gitsin, kendi bir seçmenim, bir akrabam, eşim dostum için ömrümde yapmadım; bu çocuk için kalktım gittim, bütün hikâyeyi anlattım. Çocuğun ismini de vereyim, tutanağa geçsin, adı Hüseyin Can. Bu arkadaşın bugüne kadar tespit edilebilen bir tane kusuru var, bu çocuk Alevi ve bu çocuk bu yüzden atanmadığını düşünüyor. Bu çocuk FETÖ'cü olabilir mi? Annesi hâlen daha Sincan Kadın Cezaevinde, FETÖ'cü olsa atardınız anasını çoktan. Bu çocuk, örneğin bir başka terör örgütüyle irtibatlı olabilir mi? Öyle olsaydı herhâlde bu çocuk bugüne kadar geldiği durumda devletin bir yerde bir hışmına uğrardı, bir şekilde bir süzgece takılırdı. Verdik, Sayın Bakan aldı, cebine koydu, koyuş o koyuş. Sonuç açıklandı, Hüseyin Can yine atanmadı. Şimdi, bu, subjektif kriterler meselesi artık 4 yaşından buraya kadar gelmiş, Adalet Bakanlığı’nın ekmeği kursağından geçmiş, bir küçücük Hüseyin Can'ın hayalleriyle oynuyor. Ama bu biraz da aile içi bir mesele olsun Sayın Başdenetçim, damada bunu bir anlatın. Hani damat ile kayınpederlerin ilişkisi var ya, burada Kamu Başdenetçisini sizin kurum dinlemedi ama Adalet Bakanı da damadınız, bunu böyle baba-oğul olarak bir kenara çekin, anlatın, deyin ki: ‘Bu rapora uymadın, subjektif kriterler dedim, objektif kriterler koymadın ama şu hikâyeyi sana 50 kere anlatmışlar.’ Demek ki aşılamayan bir şeyler var, bunların görülmesi gerekiyor.”

DEVLETE DÜŞMAN YARATIRSIN

Özel, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sunduğu sağlık torbasında yer alan bir maddeye yönelik eleştirilerini de sıralarken, “Haklarında bir ceza yok, kovuşturma yok; zaten ceza olsa ilgili meslek kanunu gereğince bir yıldan fazla ağırlaştırılmış ceza aldığında mesleğini yapamıyor. Diyorsunuz ki: Sosyal Güvenlik Kurumuyla da sözleşmeli herhangi bir hastanede çalışmayacak. Yani ağaç kökü yemeyi, o konudaki formülü doktor ve diş hekimleri için uyguluyorsunuz. Burada bir tehlike var, bu konu hepimizin ilgi alanında: Kediyi köşeye sıkıştırırsan yüzünü cırmalar. Ceza almamış, doğrudan karışmamış; bir okuldan, bir dershaneden, bilmem neden ihraç olmuş, şimdi ‘Diplomayı yakayım, kursağından ekmek geçmesin’ deniyor. Bu sistem, bu mantık hırsız üretir, bu mantık gaspçı üretir, bu mantık düşman üretir, Allah korusun, suikastçı üretir. Artık şunu yapmayın: ‘Filanca olduktan sonra bana yaşam şansı yok’ diye düşünmeye başlarsa insanlar devlete düşman yaratırsın” dedi.

DAHA NE KADAR DUYARSIZ KALINACAK

Özel, “Cumartesi Anneleri bugünün meselesi değil, 1980 darbesinin o kirli, kara döneminin, 1990'ların beyaz Toroslar döneminin. Bu iktidar Cumartesi Anneleri'ne Galatasaray Meydanı'nı kapattı. Seslerini yıllarca, barışçıl bir şekilde duyuruyorlardı orayı kapattılar, ağızlarını kapattılar, göz yaşartıcı gaz sıktılar, o anaları bir kere daha ağlattılar. O analara bizim bir sözümüz vardı, sesiniz Meclis kürsüsü olacaktır. O günden beri o sözü sürdürüyorum. Kamu Denetçiliği Kurumu Cumartesi Annelerine daha ne kadar duyarsız kalacak? 106 yaşında yaşamını yitiren Berfo ananın 12 Eylül cuntasında öldürülen oğlu Cemil Kırbayır'ı bulabilmek için girdiği mücadele hepimizin gözlerini yaşartmamış mıydı? O 12 Eylül faşizminin aldığı canları Recep Tayyip Erdoğan, o FETÖ'nün çok istediği referandumda propaganda malzemesi olarak anlatıp, kürsüde ağlayıp sizleri ağlatmamış mıydı? Bu Cumartesi Annelerini ofisinde kabul edip, onlarla bir duygulanıp, onları bir salı toplantısında AKP Grubunda anlatıp salon balkon alkışlatmamış mıydı?” ifadesini kullandı.

OSMAN KAVALA’NIN MEKTUBUNU OKUDU

Özel, uzun tutukluluk sorununa ilişkin olarak da, “Osman Kavala, bir yıl geçti, hakkında iddianame hazırlanmadı. Arda Turan hakkında iddianame bir günde hazırlandı. Arda Turan'ı gözaltında kalmasın, tutuklanma gerekçesi olmasın diye bir günde iddianame hazırlayıp hâkim karşısına çıkarıp serbest bırakan mekanizma hangi mekanizma? Ne oldu da hangi dinamik Osman Kavala'nın iddianamesini bir yıl geçmesine rağmen hazırlatmıyor? Ve bir gerçekle karşılaşıyoruz: Bu memlekette içeriye kimin gireceğine sizin dünya lideriniz, kimin çıkacağına dünyanın öbür liderleri karar veriyor. Merkel bir telefon açıyor ‘Asla onu salmam, bu beden bu candan çıkmadıkça, bu can bu bedende durdukça’ denen Deniz Yücel gidiyor. 2 Fransız gazeteciyi Macron serbest bırakıyor. Schröder Büyükada tutukluları utancına bir telefonla son verebiliyor ve en son Trump eviriyor çeviriyor dediğini yapıyor, papazı getiriyor dizinin dibine oturtuyor. Ama, kimin çıkacağına, Osman Kavala'nın çıkması için illa bir dünya liderinden mi telefon gerekiyor? Aratacak dünya liderleri olmayınca kimsesizlerin kimsesi olmak cumhuriyetin görevi değil mi? Bu cumhuriyetin devletini temsil eden bugünkü Hükûmet bunu yapmıyorsa onu denetleyeceklerin bu konuda söyleyecek sözü yok mu?” dedi. Özel, kürsüden Osman Kavala’nın mektubunu da okudu.