Her şerde bir hayır vardır. 1930’ların değil 2009’ların CHP Genel Başkan Yardımcısı  Örsan Öymen’in Dersim’le ilgili şer sözleri sayesinde

Her şerde bir hayır vardır. 1930’ların değil 2009’ların CHP Genel Başkan Yardımcısı  Örsan Öymen’in Dersim’le ilgili şer sözleri sayesinde, gerçekler bu kez tarihe terk edilmekten kurtuldu, güncel hale geldi.
BirGün’de bugün başlayan yazı dizisinde bunları okuyacağız. Benim hatırlatacaklarımı da bir dipnot olarak kabul edin.
CHP eskiden de raporlar hazırlardı. CHP’nin Birinci Umum Müfettiş İbrahim Tali Bey, daha 1928 yılı Temmuz ayında Dersim’i gezmiş ve 1930 yılında da bu geziden edindiği izlenimlerle CHP’nin İçişleri Bakanlığı’na uzun bir rapor yazmıştı. O zaman da sorun “ıslah” yani bir nevi “açılım” ile çözülmek isteniyordu! Önerileri şu şekildeydi: “Dersim’in ıslahı iki suretle kabildir: A- Bütün Dersim’in hariçle münasebetini kat ederek (keserek) bu yüzden taarruzlarına ve ticaretlerine mani olmak, aç kalacak halkı zamanla kendiliğinden ilticaya icbar ve şu suretle Dersim’i fenalardan tahliye. B- Her tarafı esaslı surette kapadıktan sonra ihata (kuşatma) çenberini tedricen darlaştırmak ve fenalıklardan dolayı yakalananları derhal Dersim’den çıkararak Garba (batıya) atmak ve serpiştirmek.” Sonraki yıl sunduğu raporuna şunu da ilave etti: “Dağ başlarında veya hâkim noktalardaki münferit evler ve köyler yakılmalı, ve ahalisi her halde Garba nakledilmeli ve dağlık olmayan yerlere iskan olunmalıdır. Çünkü bunlar civarda görecekleri herhangi bir dağa kaçmak ve orada kalmaktan nefsini mahrum edemez.”
Genelkurmay Başkanı, Mareşal Fevzi (Çakmak) Paşa ise, Dersim ile ilgili bu tür raporları okuduktan sonra görüş ve önerilerini sıralarken şöyle yazmıştı: “Yüksek idare memurlarına adeta koloni (sömürge) idarelerindeki salahiyetin (yetkilerin) verilmesi... Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Müsellah (silahlı) kuvvetin müdahalesi Dersimli’ye daha çok tesir yapar ve ıslahın esasını teşkil eder. Dersim evvela Koloni (sömürge) gibi nazarı itibara alınmalı, Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra ve tedricen öz Türk hukuku mazhar kılınmalıdır.” İşte Mareşal’in on derste Kürt meselesi nasıl çözülür formülü böyleydi: Sömürge yönetimlerindeki yetkilerle donatılmış üst düzey memurlar... Okşanmakla kazanılamayacak olan Dersimli’ye evvela sömürge gözüyle bakmak!
Bu arada 3. Tümen Komutanı Halis Paşa uyarıyordu: “Seyit ve ağalar, biraz da bilvasıta ve doğruca hariçten mülhem (ilham alarak) olarak, Türkler’in, Ermeniler gibi kendilerini mahvedeceğini söylemekte ve her fırsattan bilistifade hükümetin her tedbirini sui tevil (kötü yorum), bu şekaveti teşvik ve teşçi etmektedirler.” Halis Paşa’nın, Ermeni meselesini “çözüm” bağlamında yine gündeme gelmiş olması rastlantı mıydı? TC’nin bilinçaltına Ermeni ve Kürt meselesi paralelliği yer etmişti.
Devletin Dersim’i tenkil için hazırlıkları uzun süre devam etti ve evet, buna da “ıslahat” adını verdi! Devlet gözünde Dersim’deki Kürt aşiretleri “ağaların” baskısı altındaydı ve de silahlıydı, ha deyince bir “ıslahat harekâtı” yapılamazdı. Silahlar toplanmadan da Dersim “ıslah” edilemezdi. Yani şimdilerde, nasıl Kürt sorununu çözmek ve demokrasi tesis etmek için “önce terörün bitmesi gerekir” deniyorsa, o zaman da Kürtler’in ıslahı için “ağa terörü” gerekçe gösteriliyordu!
Silahlı çözüm  başladı... Çözümün “nasıl” sağlandığını, bugün başlayan “Dersim İsyanından 72 Yıl Sonra” başlıklı yazı dizisinde okuyacağız. Ama “çözümü” şimdiden tek kelimeyle söyleyebilirim: Cezalandırıldılar!
Albay Reşat Hallı aynen şöyle yazıyordu: “10 Ağustos 1938’den beri ordu manevrasının birinci safhası içindeki yasak bölgeyi tarayarak geçen birlikler bu harekât sırasında, isimleri daha önce 4. Genel Müfettişlikçe tespit edilmiş binlerce insanı yakalayarak kafileler halinde emredilen bölgelere sevk etmişler, haydutlarla yer yer yapılan müsademelerde keza binlercesini imha etmişler, bu şerirlerin sığındıkları köyleri, komları ve hatta fundalık ve tarlaları yakmışlardı.”
Dersimli Kürtler mağaralara, kayalıklara ve ağaç diplerine sığındılar. Sığındıkları ağızları mazgallı taş duvarlarla kapatılmış mağaralar, askerler tarafından kuşatılmıştı. Top ve makineli tüfek ateşi altındaydı. Ayrıca bir istihkâm müfrezesi tarafından tahrip kalıpları atılmak suretiyle mağaralar tahrip edilerek içindekiler öldürülüyordu. Can havliyle dışarıya fırlayanlar da ateşle imha ediliyordu. Binlerce Dersimli katledilmişti. Kalanlar batıya nakledilecekti. İsyan bölgesi iskân bakımından yasak bölge ilan edilecekti.
Peki daha sonra ne oldu? Seyit Rıza’nın küçük emirberi F. Doğan, 70 yaşına geldiğinde gördüklerini ve yaşadıklarını Faik Bulut’a şöyle anlattı: “Anlaşma sağlanmakla birlikte aşiretten bazıları teslim olmadan yeniden dağa çıktı. Zaman zaman dağlarda direnişlerine devam ediyorlardı. Bu durum 1945 yılına kadar sürdü. Ne zaman ki özel af çıktı, aşiretten kaçak olanlar gelip teslim oldular. Fakat, teslim oldukları sırada artık çoğunun eli ayağı tutmuyordu. Çünkü yaş ilerlemişti. Birçoğu 70-80 yaşlarındaydı. Bu sefer hükümet, dağdan inenleri, askere alıyordu. Mesela amcamı 75 yaşındayken askere aldılar.”