Ülke siyasetinin gerçekten yaşamsal bir seçim sürecine girdiği; ekonominin bunalıma sürüklendiği ve faiz oranının Nas’a göre saptandığı bu günlerde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, helalleşme kavramıyla gündemi değiştirmeyi başardı!

Yıllardır, insan hakkı yerine ısrarla “kul hakkı” deyimini kullanan Peygamber’in Veda Hutbesi’nde “demokrasi” arayan, “vaizeler” ile basına kapalı toplantılar yapan Kılıçdaroğlu, bu tür kavramların devamı olarak şimdi de helalleşmeye geçiyor. Şöyle diyor: “Ben ülkemizde iktidar olmaktan çok iz bırakan, başka bir miras bırakan biri olarak anılmak istiyorum.”


En başta vurgulamakta yarar var: Toplumun barışa, dostluğa, sevgiye ve dayanışmaya olan gereksinimi her gün artıyor. Bu büyük toplumsal ihtiyacın karşılanması amacıyla adımlar atılması çok doğru ve değerlidir.

Ancak, Kılıçdaroğlu helalleşmesi, biçimi ve içeriğiyle, böyle bir nitelikten tümüyle yoksundur. Çünkü, liste yaklaşımı yanlıştır; CHP’de yaptıkları helalleşme dışında tutulamaz ve en korkuncu da ilahiyatçılardan hukuk beklemesidir.

TUTARSIZ LİSTE

16 Kasım’da gerçekleşen grup toplantısında Kılıçdaroğlu on gün önce başlattığı helalleşmesinin ilk listesini açıkladı.

Liste, “28 Şubatçıların açtığı yaraları kapatıp helalleşeceğiz. İkna odalarına sokulan başı kapalı kızlarımızla helalleşeceğiz. Roboski ile helalleşeceğiz” ile başlıyor, “Sivas, Kahramanmaraş mağdurları” ile devam ediyor. “Diyarbakır hapishanesi mahkûmları, varlık vergileri altında inim inim inleyen azınlıklar, 6-7 Eylül Olayları’nın mağdurları, mahkemelerde süründürülen askerlerimiz ve aileleri, Londra’ya göç etmiş en parlak genç beyinlerimiz, Ali İsmail Korkmaz'ın ailesi, Soma, Darbeciler tarafından bir sağdan, bir soldan gencecik çocuklarımız asıldı bu ülkede. Bir sağdan, bir soldan o insanlarımızla, 9yaşındaki oğlu Oğuz Arda Sel'i kaybeden ve mahkemelerde süründürülen Mısra Öz ile” sürdürülüyor ve “Ahmet Kaya ile helalleşeceğiz” diye noktalanıyor.

Listede yer alanların hangi ortak ölçüye göre seçildikleri belli değil. Ayrıca, 78 yıl öncesinin Varlık Vergisi’nin dışında kalanların da CHP ile hiçbir ilgisi yok.

Bu eksiklikleri bir tarafa, eğer Kılıçdaroğlu, gerçek bir toplumsal barış isteseydi, yaklaşımı kendi içinde tutarlı, ilkeli ve çok daha kapsamlı olurdu.

Her şeyden önce, toplumsal barış, özgürlüğe ve eşitliğe dayanır. Kılıçdaroğlu, bu değerleri yok eden noktadan, faşizmlerden işe başlamalıydı. Bu nedenle 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerinden, doğrudan ve dolaylı olarak zarar görenlerin yaralarının nasıl sarılacağına açıklık getirirdi. Bununla da kalmaz, tüm faili meçhul cinayetlerin ve kitlesel katliamların açıklığa kavuşturulacağını vurgulardı. Bu amaçla, devletin gizli belgelerinin kesinlikle açılacağının sözünü verirdi.

CHP’DEN BAŞLAMALIYDI

Kılıçdaroğlu, 13 Kasım video açıklamasında suçunu itiraf ediyor: “Benim liderliğini yaptığım partinin de geçmişte yarattığı derin yaralar vardır. Uzun süredir de önce bu yaraları yaratan o sistemi değiştirmekle uğraştım.”

Kılıçdaroğlu, öncelikle, CHP içinde “yaraları yaratan sistemi” değiştirirken neler yaptığını ve nasıl uğraştığını açıklamalıdır. CHP’yi kimlerin yardımıyla, hangi araçları kullanarak ve nasıl değiştirdiğini açıklamak CHP’de yaptığı büyük kıyımın hesabını vermek, “siyaseten” katlettikleriyle helalleşmek zorundadır.

CHP helalleşmesi, Kılıçdaroğlu’nun kendisini genel başkanlığa taşıyan kurguya da, on yıldan fazla bir süredir bir “özel görevli” gibi sürdürdüğü ve artık tamamladığını açıkladığı CHP’yi dönüştürme sürecine ve yaptığı söylenen devrime (!) de açıklık kazandıracaktır.

Kılıçdaroğlu’nun parti içi kıyımları, aslında, tek başına yürüttüğü helalleşme girişimine parti yönetimi içinden neden karşı çıkılamadığını da açıklıyor. Ne de olsa, günümüzde siyasette sağ kalmanın yolu genel başkana tam bağlılıktan geçiyor.

“SUÇLUYORUM”!

Kılıçdaroğlu, ilk helalleşme açıklamasında: “Bizim muhafazakâr dünyayla helalleşmemiz lazım, eksiğimiz var. İnanç konusunda, ahlak, liyakat konusunda toplum geriye doğru bir savruldu bu süreç içinde. Bunu dillendirecek olan güzel ahlakı da adaleti de hukuku da bize anlatacak olan aslında ilahiyatçılardır” diyor. (6 Kasım Karar TV).

Kamuoyunda hemen hemen hiç gündeme getirilmeyen bu çok önemli sözleri de kanıtlıyor ki, Kılıçdaroğlu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin çağdaş hukuk anlayışı ile kurulduğunun bilgi ve bilincinden çok uzaktır. CHP’nin 1950’de o hukuka dayalı olarak, iktidarı, ülke tarihinde ilk kez, barış içinde seçimi kazanan Demokrat Parti’ye devrettiğinin değerini anlayacak, o hukuk ile Avrupa Konseyi’nde ve İnsan Hakları Sözleşmesi’nden AİHM’e uzanan bir yapıda yer aldığı kavrayacak derinlikten ve bilinç düzeyinden de yoksundur.

Diğer taraftan, hukuku ilahiyatçılardan sormanın gereğini AKP yıllardır yapıyor! Allah aşkına, Kılıçdaroğlu’nun bu görüşünün AİHM’in 11 Ekim 2005’te verdiği bir karar üzerine Başbakan Erdoğan’ın, söylediği “Mahkemenin bu konuda söz söylemeye hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemasınındır” görüşünden niteliksel olarak ne farkı var?

Durum, gerçekten korkunç. İlahiyatçılardan hukuk bekleyen bir kişi, çok yazık ki, CHP Genel Başkanı’dır! Kılıçdaroğlu, CHP’yi, kendi başkanlığında, AKP’nin yerini alacak Siyasal İslamcı bir iktidar seçeneği yapmaya çalışıyor.

BAŞARIRSA NE Mİ OLUR?

Türkiye’nin siyasal İslamcı bir rejime dönüştürülmesi süreci CHP eliyle tamamlanır. Sonuç olarak, CHP’nin gerçekten bir “makus talihi” olan Kılıçdaroğlu, helalleşme giysisi içinde, ülke siyaset tarihinin en ağır suçlarından birini, belki de birincisini işliyor!