CHP’nin yeni vitrini

CHP’nin İkinci Yüzyıl Vizyonu toplantısında her şeyden önce coşku, heyecan, yüksek beklentiler egemendi. Toplumun gerçekten umuda, iyimserliğe gereksinimi var. O anlamda sadece hınca hınç dolu salona değil, ülkenin tümüne yayılan pozitif bir atmosfer söz konusuydu. Bu buluşmanın ruhu daralan insanlarımıza AKP rejiminden kurtulma yolunda güven aşıladığını söyleyebiliriz.

“Dünyaya rekabet etmeye geliyoruz” mesajı, sanki sosyal demokrat bir parti için piyasa toplumunun anahtar kavramı rekabet yerine, “dünyayla kaynaşma”, “dünyayla bütünleşme” tarzı ifade edilse daha şık olurdu diye düşünmeden edemedim. “Önce ferah sonra refah” sloganın da kulağa hoş gelen bir tınısı var. Ancak “hem ferah, hem refah” gibi birinden birine öncelik vermeyen bir yaklaşım daha doğru olur.

İlk söz verilen Amerikalı yazar Jeremy Rifkin, aslında küresel iklim değişikliği ve teknoloji konularında bilinen, özünde anlamlı görüşlerini dile getirdi. Rifkin’in Almanya, Çin ve Avrupa Komisyonu’na danışmanlık yaptığı doğru. Ancak buraların tüm enerji politikalarında belirleyici rol oynadığı abartma. Açıkçası kitaplarından, konferanslarından aşina olduğumuz Sıfır Karbon Salımı, Ekolojik Kapital gibi temalarını aynen tekrarladı. Türkiye’nin sorunlarından haberdar olduğu izlemini vermedi. Zaten anahtar kavramı “ Üçüncü Sanayi Devrimi” CHP sözcüsü Faik Öztrak’ın sunumunda aynı anlamda kullanılan Endüstri 4.0’a dönüştü. Öztrak’ın Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projeleri ile ilgili “Durum ve Hasar Tespit Komitesi” önerisi benim dile getirdiğim “Borç Denetim Komitesi” örneğine benzer çok gerekli bir adım olacak.

Yoksulluk ve Dayanışma Ofisi Koordinatörü Hacer Foggo gerçekten sahadan gelen, ülkedeki yoksulların yaşadığı sefaleti çok yakından bilen, bu anlamda gerçekçi çözümler sunabilen birisi. Konuşmasında 3 nokta çok önemliydi. Birincisi, Aile Desteği Sigortası’nın hak temelli tasarlanması, AKP’nin sadaka kültürüne tam zıt bir içerik taşıması. İkincisi, Brezilya benzeri ödemenin kadına yapılacak olması. Böylelikle kaynağın hem hedefine ulaşmasının güvence altına alınması, hem de kadının aile içindeki rolünü güçlendirmesi. Üçüncüsü de, okullarda ücretsiz yemek dağıtımını garanti etmesi. Böylelikle vicdanları sızlatan bir toplumsal soruna neşter vurma iradesini sergileyebilmesi.

TAKDİRE DEĞER

CHP’ye katkı sunan 4 genç akademisyen de, Daron Acemoğlu, Refet Gürkaynak, Hakan Kara ve Ufuk Akçiğit tümü çok iyi bir eğitime ve parmak ısırtacak CV’lere sahip, uluslararası karşılığı bulunan kalibreli isimler. Ülkenin bu kötü gidişatında ellerini taşın altına koymaya karar vermeleri takdire değer.

Haliyle kendi pencerelerinden, ideolojik çerçevelerinden çözüm sunuyorlar. Bu meslektaşlarımız küçük farklarla, ekonomide ana akım, neoliberal bir bakış açısına sahipler. O nedenle bağımsız merkez bankası, mali disiplin, ihracatta rekabet gücü gibi ortak bir dilden konuşuyorlar. Türkiye ekonomisinin bugün içine düştüğü durumdan sadece enflasyonu düşürmek, makro ekonomik dengeleri sağlamakla kurtulamayız. Ülkedeki keskin gelir ve servet dağılımı bozukluklarını bırakın aşmayı, törpülemeyi bile onların ekonomi modeliyle başarmak oldukça güç. Şöyle ifade edeyim: Sundukları önerilere TÜSİAD’ın, İstanbul Sermayesinin bir itirazı olamaz. Tabii ki bu çerçeve bugünkü keyfi, kayırmacı, cahilce ekonomi zihniyetinden evladır. Ama sosyal demokratlık iddiasındaki bir parti bu çerçeveyle yetinmeli midir sorusunu sorabiliriz.

Ayrıca bu akademisyenler daha önceki yazı ve yorumlarında AKP’nin 2002-2012 arasını Altın Yılları, büyük bir başarı olarak değerlendiriyorlardı. Bu dönemdeki hızlı özelleştirmeleri, dış borçların artışını ve cari açığın tırmanışını, ülkeye yoğun sermaye girişleriyle liranın değerlenmesi sonucu sanayi ve tarımın zayıflamasını göz ardı ediyorlardı. Bu anlamda Hakan Kara’nın AKP’nin ilk 10 yılında biriken kırılganlıkların altını çizmesi değerliydi.

Daron Acemoğlu kurumsal iktisatta yine Türkiyeli bir akademisyen Dani Rodrik ile bu alanın öncü isimlerinden. “Despotik Leviathan” diye ifade ettiği, despotik, baskıcı, keyfi ve denetimsiz yönetim ile sanki bugünkü Türkiye’ye betimliyor. Kurumsal yapıların yerle bir edildiği, liyakatin ve bilginin hiçe sayıldığı memleketimizde parlamenter demokrasinin ihyası için görüşleri çok yol gösterici olabilir. Ancak çizdiği çerçevenin piyasacı bir kurguya dayandığını gözden uzakta tutmamakta yarar var.

Kılıçdaroğlu’nun da Selin Sayek Böke’nin de altını çizdiği temiz fonlar kavramı, anladığım kadarıyla İngilizcede ESG diye kısaltılan çevreci, sosyal ve yönetişimsel (enviromental social governance) karşılığı kullanılıyor. Çok iyi anlatılabilecek ve anlaşılabilecek, Kılıçdaroğlu’nun umut ettiği anlamda etki yaratabilecek bir açılım olduğu izlenimi vermiyor. Böke’nin kamuculuk, kamu yararı kavramının altını çizmesi önemliydi. YÖK kaldırılacak, Boğaziçi ve üniversiteler özgürleştirilecek, Barış Akademisyenleri öğrencilerine kavuşacak vaadi, belki de toplantının en anlamlı, salondan en fazla alkış alan mesajıydı.

BAĞIMLILIK ARTAR

Kılıçdaroğlu’nun yüz milyarlarca dolar yabancı sermaye gelecek sözleri açıkçası pek gerçekçi görünmüyor. Norveç, Singapur emekli fonlarından söz ediyor. Bu fonlar ya devlet tahvili alır, ya da borsaya girer. Hem Türkiye’de borsanın ve tahvil piyasasının derinliği belli, hem de bu tarz fonlar üretimi ve istihdamı artırmaz. Hızlı para girişlerinin ülkenin dengelerini bozduğu gibi, dışa bağımlılığı artırdığını da ayrıca biliyoruz.

CHP’nin Yeni Vizyon buluşması biraz fazla uzamakla birlikte genel hatlarıyla başarılı, kendi tabanına heyecan ve şevk verici nitelikte bir organisazyondu. Bir an önce yurtdışına kapağı atma gayreti içinde bulunan gençlere de eğitimin düzeleceği, teknolojinin yakalanacağı, bilgi ve birikimin karşılığını bulacağı bir Türkiye ufku çizilmesi açısından da olumluydu.

Önerilen programın yeterince kamucu, eşitlikçi, bağımsızlıkçı olmadığı eleştirilerini yöneltmek olanaklı. Öyle bir programı halkın önüne koymak; sol, sosyalist bir vizyon belgesini sunmak da bizim görevimiz olmalı.