CHP içi çekişmeleri, “kurultay” ve “yeni başkan” arayışı kilitliyor. Hedeflerde partiyi kimin yöneteceği var. Taraflar, “değişim” deseler de, “yenileşme” ya da “nasıl bir parti, nasıl bir program, nasıl bir Türkiye istiyoruz” sorularını cevapsız bırakıyor. Partinin köklü bir yüzleşmeye ihtiyacı olduğu gerçeğini kavramıyorlar. Pragmatist düşünüyorlar ve mevcut politikaları ile siyasal pratikleri, sosyal demokrasiden uzak. Bunun aksi iddia edilseydi, Ekmeleddin vakası yaşanmaz ve Gül girişiminde bulunulmazdı. CHP; daha çok sağ, sol, ulusalcı, milliyetçi ve muhafazakâr siyasetin harmanlanmasından oluşan yamalı bohça siyasetinden medet umuyor. Melez ve pragmatist siyasete sığınarak hareket eden kişisel ihtiraslar, CHP’nin siyaseti toplumsallaştırma, toplumu da siyasetin öznesi haline getirmesinin önünde engel teşkil ediyor. CHP, bu kısır döngüden çıkış arıyorsa, köklü yüzleşmeyi, tabuları ve siyasal dogmalarını, sosyal demokrasinin evrensel değerleriyle yıkarak başlamalıdır. Oysa CHP, toplumsallaşmanın ve iktidar olmanın yolunu, seçmen sosyolojinin ihtiyaç ve taleplerini yanlış zeminde okumayı tercih ediyor. Israrla geçmişin pragmatist siyasetini tekerrür etmekten ve kadro partisi olma ısrarından vazgeçmiyor. Geçmişiyle yüzleşmedikçe de, Şemsettin Günaltay ve Baykal’ın çizgisini tekrarlayarak sonlarını hazırlıyorlar.

Hakikat şu: CHP, laiklik ve demokratik cumhuriyet fikrinden uzaklaştıkça, en büyük tarihsel hatası ve siyasal kırılması olan 1947’nin CHP’sine dönüyor. Tarihsel hatalardan siyasal devamlılık üretiyor. 1947’den itibaren laikliğin evrensel ilkesine uygun din, vicdan ve inanç özgürlüğünü savunmak yerine, “dinde reform” adı altında siyasal İslamcılığın canlanmasına, dinin devletleştirilmesine ve devlet eliyle din ve dindarlığın üretimindeki kurumsallaşmaya doğrudan ve dolaylı katkı sunmuştur. Sosyal demokrasinin evrensel ilkesi olan sosyal devletin inşası yerine, Şemsettin Günaltay’lı CHP, “sosyal dayanışmanın dinle sağlanacağını” ve laiklik ilesinden firar ederek, “komünizme karşı manevi gıda bir gıda olarak dinin kullanılmasını” savunmuştur.

DP ve siyasal İslamcı hareketlerin İslamileşme ve dinselleşme taleplerini halkın talebi gibi okuyarak, o dönem halkın ekonomik, sosyal, siyasal, demokrasi, özgürlükler ve temel haklar gibi gerçek taleplerini dikkate almamış. Bunları “ümmetin dinsel kimlik talepleri” gibi yanlış bir okumayı tercih etmiştir. Bu yüzden İslamcı dergiler CHP hükümetinin Başbakanı Şemsettin Günaltay’ı “Bu büyük zaferi Allah sana nasip etmiş olsun… Bu mazhariyete sen layıksın” diyerek övmeye başlamıştır.

CHP’li Başbakan Günaltay’ın, laik düzeni ve laik yaşamı kurmak yerine, “İlkokullarda din dersleri okutturmaya başlayan… Müslümanlara namazlarını öğretmek, ölülerini yıkatmak için imam-hatip kursları açan… İlahiyat Fakültesi açan bir hükümetin başkanıyım…” diyerek övünmesi, bugünün CHP’sinin de, AKP ile din eksenli yarışa girmesi, siyasetin dilini uhrevileştirmesi, geçmişin hatalarını “CHP Diyanet’i kuran, Kuran kurslarını, ilahiyat fakültelerini, imam hatip liselerini açan bir partidir” diye savunması, CHP’ye bir şey kazandırmamıştır.

Aksine Türkiye’nin, tüm toplumsal kesimlerin, CHP’nin, laikliğin ve demokratik cumhuriyetin kazanmasını engellemiştir. Kaybeden laiklik, kazanan ise siyasal İslamcılık olmuştur. Bugün AKP’nin CHP’ye yönelttiği “CHP geçmişte İslam’a düşmanlık yaptı” suçlaması esasen, DP’nin 1950 seçimlerindeki CHP’yi suçladığı argümandır. CHP, o yıllarda da, bugün de İslamcıların, kendilerine yönelttiği bu türden siyaset dışı ithamlara karşı, laiklik, demokrasi, siyaset üzerinden politika üretmek yerine, ithamları kabul etmek anlamına gelen “biz daha iyi dindarız” zeminindeki yarışa çekilerek, esasen siyasal İslamcılığı dolaylı besleyen siyasal pratiğe sığınmıştır. İhsan Özkeş ve Muhammet Çakmak gibi İslamcılar, “laik imam” olarak, partinin gözde isimleri haline getirildi. Bu durum aslında 1950’lerde, CHP’nin de DP gibi, İslamcı şeyhlerle oy pazarlığı yaparak “inkılapçı şeyhler” üzerinden dinin siyasete girmesine ön ayak olmuştur.

Bu siyaset tarzı, CHP’ye bir artı oy bile kazandırmamışken, bugün benzer politikaların sürdürülmesi dipsiz kuyudan su çekmeye benziyor. Aradan 70 yıl geçmesine rağmen, geçmişten ders çıkarmamak, sağ siyasetin hipnozuna ihtiyaç duymak, CHP’den sosyal demokrat bir parti yaratmasını engelliyor. Kısacası din ile flört, dinin istismarı, dini kontrol altında tutmak, dini devletleştirmek, laik ve demokratik bir cumhuriyet yerine, siyasal İslamcı rejimi canlandırmıştır.

Yarım asırdır süregelen yanlış CHP politikalarıyla yüzleşilmelidir. CHP’de bu siyasal yüzleşmeye, özellikle Selin Sayek Böke ve İlhan Cihaner’in öncülüğünü yaptığı, “Gelecek İçin Biz” grubunun çağrısındaki, “Evrensel sol değerleri günümüz için bütünleştiren yeni bir devrimci siyaseti var etmektir. Eşitliğe, özgürlüğe, laikliğe, barışa ve demokrasiye sahip çıkan, Türkiye’nin tüm temel sorunlarıyla yüzleşen ve çözümler üreten bir siyasi program” ile sosyal demokrasinin sınıf eksenli geleceğine köprü kurmak mümkün olabilir.