1 Kasım seçimleri sonrasında en çok tartışılan konuların başında CHP geliyor. Yalnız muhalefet cephesinde değil, iktidar yanlıları arasında da CHP’ye yol gösteren çok. Parti içinden yükselen sesler de az değil; başkan adayları da birer birer ortaya çıkmakta.
Yazma kervanına ben de katılayım; bir bakıma gerekli... Neden derseniz, sol bir muhalefet açısından CHP’ye ilgim uzun yıllara dayanıyor. Bu yıllar içinde, yaptığım konuşmalar, yazdığım yazılarda CHP’nin demokratik solun temsilcisi olarak ortaya çıkıp bunu içselleştirememesi, aksine demokratik solun önünü tıkamasını da eleştirdim, örgütün dışa kapalılığı ve bitmeyen koltuk kapma yarışını da....
Örneğin, Baykal’ın kısa bir süre ayrılıp sonra yeniden genel başkanlığa seçildiği 2000 kurultayından sonra şöyle yazmışım: “Ne yazık ki, CHP son yıllarda giderek kendi iç dengelerinde yoğunlaşır ve bunları çok önemli zannederken kitlelerle ilişkisini yitirdiği gibi, gerçekleri de görmemeye başladı..... Öyle ki, parti içi dengeler ve bunu sağlamak üzere yapılan kulisler ‘asıl’, parti politikası ile kitlelerle ilişkisi “’ikincil’ bir önem taşımaya başladı.”

Radikal’de yazdığım “CHP, Örgüt, Adam, Koltuktan mı İbaret?” (2008) başlıklı yazıda, “CHP neye veya kimlere hizmet etmeye aday?” gibi basit bir sorudan yola çıkarak, CHP’nin, emek anlayışından sol düşünceye, demokrasiden insan haklarına, devlet ve vatandaşlık anlayışından toplumsal uzlaşmaya kadar birçok konuda yeni şeyler söylemesine olan ihtiyaçtan söz etmiştim.
Kuşkusuz, son yıllarda ve Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte CHP’de bir değişim yaşandığı, parti politikaları açısından, -seçim bildirgelerinin de gösterdiği gibi- sosyal demokrasinin daha ciddiye alındığı söylenebilir. Ancak, ne kadar ciddiye alınırsa alınsın, önemli eksiklikler vardı. İlk olarak, sosyal demokrat anlayışın büyük ölçüde üst yönetimle sınırlı kaldığı ve örgütün bütününe yansımadığını görmemek mümkün değildi. İkincisi, günümüzde sosyal demokrasinin içinde bulunduğu tıkanıklıkların nasıl aşılacağı konusunda söylenen bir şey yoktu. Üçüncüsü de, sosyal demokrasinin Türkiye versiyonu üzerinde iyi çalışılmadığı ortadaydı. Örneğin emekle bütünleşme yolunda adım atmak yerine, bir getirisi olurmuş gibi, muhafazakârlığa doğru atılmış adımlar atılıyordu. Bunları birçok yerde dile getirdim.
Bir yazıda, seçimler öncesi Ankara’da yapılan CHP’nin seçim stratejileriyle ilgili bir toplantıdan ve dile getirilen bazı önerilerden de söz etmiştim. Bu toplantıda Kılıçdaroğlu ve parti yöneticileriyle yapılan son oturumda, grup tartışmalarının ötesinde kişisel görüşlere de yer verilmişti, bunlardan söz etmedim. Şimdi, ben demiştim demek için değil, fakat genel başkanlık için yeni adayların ortaya çıkması nedeniyle orada söz ettiğim ve partinin çehresini değiştirmekle ilgili birkaç öneriyi konu etmek istiyorum. Bu konu üzerinde durmamın bir nedeni de,
CHP’nin vaatleri ve politikalarına inandırıcılığın sağlanması açısından,-bir iktidar geçmişi olmadığına göre-kendi içinde ciddi değişimler yapabileceğini göstermesinin kıymeti harbiyesinin olması!

Bu çerçevede kendimce uygun gördüğüm üç önerim olmuştu. Birincisi, adaylar arasında HES’ler, arazi-kıyı yağmaları, kentsel dönüşüm, kadın hakları gibi toplumsal mücadeleler içinde öne çıkan isimlere yer verilmesiydi. Bununla hem örgütün toplumla bütünleşmesi, hem siyasetin demokratikleşmesi sağlanacak hem de belirli çevrelerde kabul gören bu isimlerle partinin desteği artabilecekti.
İkincisi, ön sıralarda yer alan adaylar arasında gençlere yer verilmesiydi. Gençleri destek olarak yanına almak değil, gençleri meydana sürmek gerekiyordu. Böylece Parti’nin hem gençleşmesi ve demokratikleşmesine hizmet edilecek hem genç seçmenlerle yakınlaşma sağlamak açısından önemli bir avantaj elde edilecekti.

Üçüncüsü, kadınlarla ilgiliydi. 1991’den bu yana parti organlarında cinslere eşit temsil olanağını -kamuoyundaki adıyla “kota” – getiren CHP’nin, o günden bu yana önemli bir ilerleme kaydetmediği ortadaydı ve daha ileri adımlar atma zamanı çoktan gelmişti. Yapabileceği en anlamlı adım da, merkez yönetimden il yönetimlerine kadar her makam açısından “eş başkan” uygulamasına geçmek olabilirdi. Bu yolda ilk adımı 25 yıl önce atmış bir Parti olarak, HDP’ye öykündüğü kompleksine kapılmasına da gerek yoktu. Aksine bu adımı, yıllar önce verdiği söze sahip çıkmak, eşitliği savunmak, laikliği ve demokrasiyi güçlendirmek ve kendini destekleyen kadınlara verdiği sözü yerine getirmek olarak değerlendirmek gerekirdi.


Kısacası, Parti’nin gençleşmesi, kadınlaşması ve toplumsallaşmasını öneriyordum. Ne kadar dikkate alındığı ortada!
Sonuç olarak, CHP için meselenin şu veya bu isim olduğunu hiç düşünmüyorum. CHP’de bütünlükçü bir değişim gerçekleşmedikçe, bugün ortaya çıkan isimlerin başarı konusunda önemli bir değişiklik getireceğini de beklemiyorum. CHP, 2019’a hazırlanmak isteniyorsa, vakit geçirmeden üst yönetimden illere, ilçelere kadar örgüt ve yönetimde ciddi değişikliklerle işe başlamayı düşünmek durumunda. 15-20 yıla uzanan eleştirileri, bunlar bizi anlamıyor diyerek bir yana koyacaklarına, dikkatlice okusalar iyi olur diye düşünüyorum!