Yeni rejimin payandaları tesis edilirken, devletin politik mimarisi değişirken, ülkenin yönetimi bir eş dost şirketine dönüşürken muhalefeti mi konuşacağız diyenler var. Evet CHP’si ile HDP’si ile ve parlamentoda yer almayan sol/sosyalist güçleriyle muhalefeti konuşacağız. Eleştireceğiz, özeleştiri talep edeceğiz, hepimiz eksiğimizi, yanlışımızı tartışacağız. Bunu elbette bağcı dövmek için yapmayacağız ama gerekirse bağcıyı da döveceğiz. Çünkü 24 Haziran’da son eşik geçildi ve kimsenin birbirinin sırtını sıvazlama, mış gibi yapma hakkı yok. Ortaya çıkan sonuçta yalnızca düzen siyasetçilerinin değil hepimizin payı var!

Bugün en sıcak gündem CHP’de olduğu için söze oradan başlamak gerek. Olağanüstü kurultay için imzalar toplanıyor ve bu yazı yazıldığında zaten azımsanmayacak bir rakama ulaşıldığı bizzat kurultay çağrısı yapan CHP’liler tarafından ilan edilmişti. Şu saatten ‘sonra getirin imzaları bir bakalım’ demek CHP yönetimine hiçbir şey kazandırmaz aksine çok şey kaybettirir. O kurultay CHP yönetiminin çağrısıyla toplanmalıdır ve gündemi de salt lider koltuğu değiştirmek değil sahici bir muhasebe, dürüst bir durum tespiti ve inandırıcı bir yol haritasının belirlenmesi olmalıdır. Polemiklere gömülmeden gerçek anlamıyla siyaset konuşulmalıdır.

Erdoğan uzun zamandır CHP yönetimiyle kavga ederek kitlesini tahkim ediyor. Kılıçdaroğlu’na yönelik saldırıların pervasızca tekrarlanması, partinin önde gelen isimlerinin topun ucuna konması, vekillere yönelik karalama kampanyaları CHP’lilerin bir çoğunda savunmacı eğilimleri besliyor. Zaman zaman partinin üst kademesinin kararlarını onaylamasalar da susmayı tercih ediyorlar. Eleştirinin iktidarın işine geleceğini düşünüyorlar. Bu elbette anlaşılabilir bir refleks ancak siyasi çizgiye dair eleştiri noksanlığının CHP’ye verdiği zarar AKP’nin salvolarından çok daha büyük.

24 Haziran sonrasında Mahir Ünal başta olmak üzere AKP’li sözcülerin Muharrem İnce’nin CHP’nin yeni lideri olduğunu ima etmeleri kafaları karıştırdı. AKP’nin güçlü bir ana muhalefet istemediği belli olduğuna göre İnce ismini zikretmelerinde bir hinlik olmalıydı. Ancak o ‘hinlik’ İnce’yi Kılıçdaroğlu’nun yerine geçirme planı değildi. Aksine parti içindeki fay hatlarını etkin hale getirme ve böylece CHP’yi kendi gündemine mahkûm etme işiydi. İnce’nin bir başka parti kurması gerektiğini söyleyenler de CHP’nin içinde tasfiyeye gitmesi gerektiğini iddia edenler de iktidar blokunun kalemşorlarıydı. Neticede AKP de MHP de CHP’nin gerçek bir değişim rüzgarıyla küllerinden doğmasını istemiyor. Tam da şimdi olduğu gibi yönetimin muhafazakâr tepkiler vermesini, delegelerin markaja alınmasını, ‘bu CHP’den bir şey olmaz’ diyenlerin artmasını arzuluyor. İpe un seren yönetim de son günü bekleyeceğiz açıklaması yapan imzacılar da bu tuzağa düşme riskiyle yüz yüze.

Değişim talebinin ne denli önemli olduğunu Kemal Bey iyi bilir. Ne de olsa kendisi CHP’lilerin Deniz Baykal’dan yaka silkindiği bir dönemde partinin başına geçti. Kurultay’da yaptığı konuşma hala birçoklarının aklındadır. 1990’ların ortalarından 2000’li yıllara oradan oraya, 3. yolculuktan ulusalcılığa savrulan CHP’yi yeniden halkçı, sosyal demokrat, ilerici bir çizgiye oturtmayı vaat eden kararlı ve mütevazı kimliğiyle bizzat kendisiydi. Son dönemde Adalet Yürüyüşü başta olmak üzere önemli işlere de imza attı. Ancak onun döneminde de itiraz ve direniş süreklilik arz etmediği gibi parti sağa doğru çekmekten, İslamcılara ödün vermekten kurtulamadı, iktidar olma yolunun sağın diliyle konuşmaktan geçtiğini düşünenler partiyi olduğu yere çiviyle çaktı.

Demek ki lider değiştirmek tek başına yeterli değil. Zoru başarmak gerekli. Zira politik hat tartışması yapmadan, parti ile toplum arasındaki ilişkinin biçimini tarif etmeden, yeni örgütlenme biçimlerini konuşmadan alelade günlerdeymişçesine ‘Erdoğan karşısına daha güçlü bir isim çıkaralım’ diyerek yapısal sorunlar çözülemez. Belki başlarda bir heyecan dalgası olur ama sonrasında yerinde sayılmaya devam edilir.

‘CHP fabrika ayarlarına dönsün’ diyenler çok. Ancak herkes o ayarlardan başka bir şey anlıyor. Kimi Kemalizm, kimi 1970’lerde Ecevit’in CHP’si, kimi Baykallı günler... CHP aslında bunların hepsi. CHP dışındaki muhalif güçlerin politik sorumluluğu ve gücü de bu bağlamda önem kazanıyor. CHP’den bağımsız ama ona hasmane tutum takınmayan toplumsal muhalefet ne kadar güçlenirse, toplumla ne denli organik ilişkiler kurarsa, hegemonik söylemi belirleme gücüne ne ölçüde ulaşırsa CHP de o kadar demokratlaşıyor; aksi durumlarda pusulasını kaybediyor.

O yüzden ‘CHP’li olmayan CHP’yi konuşmasın’ demesinler zira biz CHP’yi konuşuruz, parti koridorlarından umut devşirdiğimiz için değil tabanının direnme gücüne güvendiğimiz için...