Kılıçdaroğlu Türkiye’de devlet protokolünün 4. sırasında yer alıyor. Yani 78 milyon 741 bin 49 kişi siyasal sistemde ondan daha “önemsiz.” CHP’nin durumu ise malum. Gücü yüzde 10 bile olsa, seçim barajının altında da kalsa Türkiye’de siyaset yapan herkes ona saldırır, onu sever, ondan nefret eder, onu döver, onu anar. Çünkü siyasal temsil sistemindeki gücünden daha önemli bir başka güce ve değere sahiptir. CHP’nin sembolik gücü sayısal gücünden fazladır. Onun bu durumu iktidar ve otorite arasındaki farkı da gösterir. Türkiye’de onsuz her şey yapabilirsiniz ancak ona rağmen bir şey yapmak tam da o sembolik değerden dolayı güçlükler yaratır. Kuşkusuz CHP demek Türkiye demek değildir. Eksiklik ve yanlışlıklarıyla o da Türkiye’nin bir parçasıdır. Yaralıdır, düzgündür, diktir, bazen becerikli bazen beceriksiz bir parçasıdır. Tıpkı diğer partiler gibi.

CHP bugüne kadar vekâleten olanlarla birlikte 11 Genel Başkan değiştirdi. CHP’de iki türlü genel başkanlık modeli vardır. Ya genel başkan partiye rağmen ya da parti genel başkana rağmen siyaset yapar. CHP tarihinde Mustafa Kemal haricindeki genel başkanların hepsi için bu söylediğimin geçerli olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de devlet siyaseti bakımından 78 milyon 741 bin 49 kişiden daha önemli bir konumda olan Kılıçdaroğlu döneminde bu söylediğim saptama artık yerini yeni bir şeye bıraktı. Artık CHP’de Kılıçdaroğlu partiye, partisi Kılıçdaroğlu’na rağmen siyaset üretme yollarını arıyor. Türkiye’nin önündeki 3-4 aylık sürede rejim değişecek ve birilerinin “eski” dediği Türkiye bir daha gelmemek üzere tarihe gömülecek. Bir binanın bütün katlarını değiştirmeye çalışan ve hasar verme pahasına kendilerince “başarılı” olanlar son kertede binanın kapısına asılmış tabelayı değiştirmek için final değişikliğini yapacak.

CHP, bir yola girebilmek için bir genel başkan değil bir lider beklemektedir.

Böylesine bir süreçte kuşkusuz bütün gözler CHP’de. CHP ise bu kırılma günlerinde biraz önce söylediğim neden dolayısıyla siyasetsizlik girdabına kapılmış durumda. O zaman bir soru sormanın tam zamanı? CHP tarihinin 11 genel başkanının kaçı liderdi? Liderle genel başkan arasındaki fark nedir? Mustafa Üstündağ ya da Kamil Kırıkoğlu’nu (kuşkusuz ikisi de değerli siyasetçilerdi) Türkiye’de kaç kişi hatırlıyor? Onlar da genel başkanlık yaptılar. Peki ya Mustafa Kemal’i.
Davutoğlu’nu hatırlayınız. Grup konuşmalarındaki cevvalliğini, ateşi, tutkuyu hatırlayınız. Söylediklerinin hiçbirisinin ona ait olmadığını biliyorduk nitekim de tek bir talimatla bütün o tutku, arzu, istek ve hırs sönüp yok oluverdi. Aslında “yanlışı çok olan” bir akademisyen olarak bile şu durumundan daha iyi durumdaydı. Ancak hırsı, hadi tutkusu diyelim, görmek istemediği, alt edebilirim sandığı bir başka tutku ve hırçınlığın asıl kaynağı tarafından ezildi. Kılıçdaroğlu da benzer bir kısır döngünün içindedir. Kim tarafından mı? “Şeriat demeyelim toplumun duyarlılıkları var” diyen danışmanları tarafından değil, bizzat “zannettiği CHP” tarafından. Kılıçdaroğlu CHP’yi “zannetmektedir.” Ve tam da bu nedenle parti ve genel başkan birbirini kelimenin tam anlamıyla “idare etmektedir.”

CHP herkes tarafından “zannedilen” bir partidir. Ulusalcı zannedilir, değildir. Solcu zannedilir, değildir. Sağcı zannedilir, değildir. Faşist ya da komünist zannedilir ki onlar da değildir. Bunların hepsidir ya da hiçbirisidir. Bir yola girebilmek için bir genel başkan değil bir lider beklemektedir.

Yine zannedildiği gibi sorunları yapısal da değildir, kişisel de. Yani ön seçim yapıp yapmamakla çözümlenecek bir sorun yoktur. Ya da majör sorunları genel başkan değiştirmekle aşılabilecek durumda değildir. CHP her hareketinde bir yeri döküp kırar mıyım diye düşünen ve sanki ayağının altında bir cumhuriyet ve demokrasi zemini varmış gibi hareket eden, bu ülkede bir laiklik olduğunu “zanneden” ya da bize böyle olduğuna inandıran bir partidir. Sol seçmenden çok sağ seçmene mesaj gönderme sabırsızlığı ve telaşı bundandır. O, sağ seçmeni hala, bizzat sağ seçmen tarafından alt üst edilmiş, cumhuriyete sahip çıkmaya davet etmektedir. O davet ise daha sağ seçmene ulaşmadan Davutoğlu ya da Yıldırım’ın o devasa hırs ve tutkusunu bile alt eden bir otorite tarafından dönüştürülmekte ve siyasetin halkla buluştuğu en dip (olumlu anlamda) nokta olan muhtarlar toplantısında başka bir şeye dönüştürülmektedir.

Yapılması gereken, zannetmekten vazgeçmektir. Siyaset için ilk şart inandıklarını tutkuyla savunmaktan geçmektedir.