Kısa bir günün yansımalarıdır dokunan satırlara

Kısa bir günün yansımalarıdır dokunan satırlara,
Emanet hayatların kurbanlarıdır hikayenin kahramanları.
Lale, Nilüfer, Nergis, Sümbül, Gül’dür isimleri.
Örselenmiştir; zarif, kırılgan, narin yaprakları.
Yeniden yeşermeleri zordur yaşadıkları iklimde
Tomurcuklarında çoğalan sorular kalır geride…

Lale’nin bir gün boyunca kendisiyle baş başa kaldığı süre, gecenin ağarmaya yüz tuttuğu serin zamanla sınırlıdır. Bu dilimin dışında; anne, veli, iş kadını, mutfağın ayrılmaz parçası, yemek ustası, “eline sağlık” hasretlisi, ödeme sorumlusu, tamirci, şoför, gelin, yenge, abla, çocuk, dayanıklı omuz, sinirleri alınmış, koşuşturan, didinen, külçe misali koltukta sızan, çoklu hayatın özgür(!) taşıyıcısıdır. Küçük sevinçlerle yetinmeyi bilir. Mutluluk; çocuğundan yansıyıp, içine dolan mis gibi kokudur sadece. Böylece dayanabilir, ondan giderek uzaklaşan adama. Yabancı düşmana dönüşür bir gece. Gücünü dener Lale’nin bedeninde. Gözlerinde kelebekler uçuşur. Beyaz, sarı ve yeşilin egemen olduğu papatya tarlalarının içinde koştuğu imkansız zamanlara uzanır, o saniye. Gürültüye uyanan kızının, korku dolu gözlerinden süzülen sorulara kenetlenir bakışları. Gülümsemeye çalışır tuzlu damlaların arasından. Tutkuyla sarılır hayatla arasındaki tek dala, olanca gücüyle. Birlikte uzaklaşırlar evden, dökülen yaprakları toplamak niyetiyle.

Güneydoğu’da bir devlet hastanesinde ölüm ile hayat arasındaki ince çizgide yürümektedir Nilüfer. Onu zorla kaçırıp tecavüz eden adama sunulur, sunaktaki kurban misali. Böylece, şiddetin pası ömrüne sürülür. Namusunu kurtardığı kızın bedeninde, şiddetin katmerlisini dener cani. Evden yankılanan feryatlar deler karanlığı. Ses kesilir. Kabullenişin sessiz inlemelerinin tanığı duvarlardır, sadece. Bir gece kör-kütük-cani bıçağı alıp eline, kurbanını keser, adak niyetine. Ölüm ve dayak dışında bir seçeneği olmasa da direnir. Mor dikenlerin içinden zorla araladığı gözleri “geçmiş olsun” diyen doktoru görür. Bu dilek gerçeğe çok uzaktır bilir! Gözlerini kapatır sıkıca, paslardan arınıp, kuytu karanlığa sığınır.

Yarım Kalan Hikayeler
Nergis’in suçu büyüktür. Aşık olur. Böyle bir ayrıcalığı yoktur ama gönlü unutur yıllarca öğretilenleri. Sevdiği başlık parasını denkleştiremez, kaçarlar. Finale giden kısa çizgi o gün başlar. Dağların kuytusunda bir köyde saklanırlar, uzun süre. Sonra bir haber gelir “bağışlandınız” diye. Sevdiğinin üç adım arkasında ayağını uzatır doğduğu evin eşiğine. İkinci adım gelemez. Küçük bedeni ağırlaşır kurşunlarla. Aşık olduğu adama son kez uzanır. Ulaşamaz, kanlar içinde az ötesinde yatana. Gözbebeklerini son kalan gücüyle kocaman açar. Böylece içine çekmek ister doyamadığı sevgiyi.

Aile içi taciz kurbanıdır Sümbül. Anasına bile anlatamaz başına gelenleri. Yakın bir arkadaşı “buralardan kaçarsan kurtulursun” diye akıl verir ona. Usu öylesine karışıktır ki dört elle sarılır bu fikre. Evden emanet aldığı paralarla, bir otobüse biner. Düşüncelerini uykuyla yıkar. Pembe rüyalara dalar. Büyük bir şehrin garında açar gözlerini. Kalabalığın içinden bir genç yaklaşır yanına. Düşünün devam ettiğini sanır! Güzel sözlerin peşine düşer. Yıkık dökük bir binanın önünde durur araba. “Emanetçi” yazmaktadır tabelada. Bildik nice hikayenin devamında, hiç tanımadığı ama bir o kadar benzer ifadeli erkek girer odasına. Giderek incinen, parçalanan ruhunu sonsuz yalnızlığa gönderir, bir ipin ucunda. İki kara göz ve yanıtsız soru işaretleri kalır geride.

Kenar mahallenin yoksul bir gecekondusunda gülümseyerek doğar Gül bebek. Şehre inat, silik ve gridir hayatı. Yedi yaşında başını bağlar. On yedisinde çarşafın karası değer tenine. Kalabalıklar içinde kocaman bir yalnızlıktır hissettiği. Dayanamaz daha fazla. Hayatla arasına giren kara çarşafı yakar, kapılarının önünde. Siyah ile gökkuşağı arasında bir seçim yapar Gül. Yakın bir arkadaşının evine yerleşir. Babası, açık kadını öldürmeye programlı bir kültürün mirasçısıdır. İhanet etmez geçmişine. Fetvayı verir oğluna; “onurumuz senin elinde, temizle namusumuzu” diye. Delikanlı donar kulağına vuran sözlerle. Sekiz yaşının o kanlı manzarası; dedesinin halasını doğradığı an belirir gözlerinin önünde. Nefret eder bu kanlı mirastan. Gücü yetmez direnmeye. Babasıyla birlikte giderler Gül’ün kaldığı eve. Gül’ün rengi solar. Yalvaran bakışlarla bakar kardeşinin gözlerine. Karanlığa giden yolda gökkuşağının kırmızısı değer gözbebeklerine.