15 Temmuz kanlı darbe girişimi, 14 yıldır devleti birlikte yöneten ittifakın kendi arasında tutuştukları çatışmanın eseriydi. Bugün öyle anlıyoruz ki aralarındaki mesele öyle 2012 MİT krizi ile falan başlamamış. İttifakın başından bu yana taraflar birbirlerine hiç güvenmemişler, sürekli birbirlerinin açığını kollamış ve elleri tetikte beklemişler.

İkisi arasındaki ittifakı kuran bir üçüncü güç olduğu da anlaşılıyor. Öyle ki, sanki ikisini de ortak bir hedefe karşı birlikte hareket etmeye zorlayan bir ‘abi’ varmış galiba! Bu abinin koruma ve kollaması altında iktidarı paylaşmış ama bir türlü de birbirlerini sevememişler. Tabii bu sevmeme, içten içe karşısındakine diş bileme ve günü geldiğinde diğerini tasfiye etmek için fırsat kollama hali ‘tavandakiler’ için geçerli. Tavanda da öyle fazla kalabalık bir grup yokmuş.

Mesele de tam burada ortaya çıkıyor. Yukardakiler birbirlerini boğazlama isteklerini gemlemeye çalışırlarken, tabandakiler ise ‘hakikaten kandırılmışlar’. Hem de öyle bir kandırılmışlar ki, etle tırnak gibi birleşivermişler. Siz deyin ortak alınan inşaat ihalesi, ben diyeyim birbirlerinden kız alıp oğlan verme, aralarında ekonomik, sosyal ve ruhsal olarak ayrılması çok zor bir kaynaşma olmuş. Kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan bir ilişki ağı.

Bir bakıyorsunuz, üniversitede bir profesör şak diye açığa alınıyor. Zamanında yetersiz dosyasına rağmen doçentlik jürisinde geçer verip doçent yapıverdiği öğretim üyesi ise, profesörün arkasından ‘hain fetöcüüüüü’ diye Twitter’dan teneke çalıyor!

Ama bu kadarla kalsa iyi. Bu denli basit olsa birbirlerine mafya usulü ‘kusura bakma, bu bir iş’ deyip, vicdanlarını rahatlatmaları bile mümkün.

Bu kadarla kalmayacak ama. AKP ve Fethullah örgütü, siz buna BBP ve MHP’yi de katabilirsiniz aralarında bin bir çeşit çıkar bağıyla birbirine bağlanmış bir yapı. Bu yapının kendi içlerinden Fethullahçıları, tereyağından kıl çeker gibi ‘temizleyip’ yollarına devam etmeleri oldukça zor. Sorun bir Mehmet Dişli, Şaban Dişli kardeşliğinden çok daha derin ve karmaşık.

Maşallah, demokrasi nöbetleri de nihayete erdi ve RTEakp cenahı aslında devlet aygıtına hiç de öyle hâkim falan olmadıklarının ayırtına varıyorlar. Nöbetlerden yorgun argın eve dönen demokrasi sevdalıları da evlerindeki durumun pek de iç açıcı olmadığını görüyorlar.

RTEakp blokunun işten çıkarma ve tutuklamalarda benimsediği tavır, tam bir ‘huylu huyundan vazgeçmez’ durumu. Hâlâ, attıkları her adımı sadece kendilerine yarayacak şekilde atma ilkesizliğinden vazgeçemiyorlar.

Darbe girişimi sonrası partiler arası uzlaşma toplantısını Meclis’te yapmak varken, araya ‘Külliyeyi’ sıkıştırıp, ardından da ‘tamam bak işte bir kere geldin o zaman yargı açılışına da gel’ demek ancak onlara yakışacak bir komisyoncu kurnazlığı. Bu arada diğerinin de her defasında saf saf inanması da başka bir perişanlık.

Eli kanlı Fethullahçıları devletten tasfiye ediyoruz diye toplumun onaylayacağını bildikleri bir operasyonun arasına barış imzacılarını, Eğitim Sen’lileri, AKP muhaliflerini de sıkıştırıveriyorlar. Tıpkı IŞİD’ i vuruyoruz gibi yapıp, PYD’yi vururken başka cihatçılara alan açmaya çalışmaları gibi. Bir yandan da Kürtlere yakın duran herkesi öyle ya da böyle içeri atıp, Kürt olmayı kriminalize etmeye çabalamaları gibi. Onur Hamzaoğlu’ndan Aslı Erdoğan’a ve Necmiye Alpay’dan Atilla Taş’a kadar yayılan yelpazeyle ‘ya bendensin ya içerdesin’ demeye getiriyorlar.

15 Temmuz sonrası darbecilerin insanlıktan çıkmış halleri ve döktükleri kana karşın başaramamaları, ne olursa olsun toplumda bir tür kazanma ruhu doğurmuştu. Darbecilerin kan dökücü şiddetlerine tanık olan toplum atlattığı tehlikenin büyüklüğü karşısında gündelik hayatın zorluklarını, karmaşalarını askıya alarak bir tür canının derdine düşmüştü. RTEakp bloku bu şok halini kendi lehine uzatabildiği kadar uzattı ve duruma hâkim olmaya çabaladı. Aynı zamanda ‘Allahın bir lütfu olarak’ gördüğü bu fırsattan yararlanmak için elinden geleni yapmaya çalıştı.

Şimdilerde ise ‘ay nasıl da önledik darbeyi’ ve ‘demokrasimizi koruduk’ cicim ayları bitiyor. Türkiye’nin ‘sağcıları’ asıl şimdi kendi aralarında büyük bir çatışmaya girmek üzereler. Bu çatışmayı bertaraf etmek için bir kez daha milliyetçi mukaddesatçı bir cepheyi kurabilmek için bir dış savaş ya da Kürtlere yönelik bir iç savaş çıkarmayı göze alabilirler.

Savaş karşıtlığı için bir araya gelmenin son zamanları galiba. Türkiye sağcılarına karşı aralarındaki çelişkileri askıya alarak ortak bir savaş karşıtlığı için bir araya gelmeleri gereken Türkü, Kürdü, sosyalisti, sosyal demokratı, Alevisi, Sünnisi, dinsizi, işçisi, öğrencisi, LGBT’si, velhasıl her kimlik ve siyasetin önünde tarihsel bir ödev var.