Saçmasapan bir hayat Coen Kardeşlerin filmlerinde

Saçmasapan bir hayat
Coen Kardeşlerin filmlerinde oyunculuklar kusursuz oluyor ve tempo hiç aksamıyor. Filmleri seyirciyi bir şekilde eğlendiriyor genellikle. ‘Ciddi Bir Adam’ için de aynı şeyleri rahatlıkla söyleyebilirim. Ama film bittikten sonra geriye bir anlam kalıyor mu? Hayır. Zaten filmin felsefine uygun değil bir yere varmak, neden sonuç ilişkileri kurmak. Her şey belirsizlik içinde, dolayısıyla bir neden ve anlam aramak boşuna. Çağımızın hastalığı bu bence. Ve Uğur Kutay’ın geçen haftaki yazısında sözünü ettiği modernizmin reddedilişiyle alakalı bir durum. Modernizmin de bu işte günahı var ama toptan reddedilince karşılaştığımız vaziyet bence entelektüel anlamda gerilemeye karşılık geliyor. Anlama çabasından vazgeçmek demek bu çünkü. İnsan davranışlarının akıl dışılığı da yine akılla anlaşılabilir. Filmlerin, illa ki nedenleri göstermeleri gerekmiyor ama düşünmek için bir takım ipuçları vermeleri gerekiyor. Bana kalırsa ‘Ciddi Bir Adam’ın zaafı bu ipuçlarını vermeyişi. Ya da zaten olduklarına inanmayışı.
DEMİRKUBUZ’UN ETKİ ALANI COEN’LER
Coen Kardeşlerin bu son filmini, onlardan açıkça etkilendiklerini söyleyen Taylan Kardeşlerin ‘Vavien’inden çok, Zeki Demirkubuz filmlerine benzetiyorum. Demirkubuz da kahramanlarının davranışlarını açıklamaya çalışmaz, nedensizliği ileri sürer. Kader kontrol edilemez, dolayısıyla filmlerinin erkek kahramanları ya kararlı kadınların peşinden felakete sürüklenirler ya da aktif bir şekilde pasifliği seçerler. ‘Ciddi Bir Adam’ın kahramanı Larry Gopnik de son derece pasif ve filmin finalinde onu sanki bir doğal felaket bekliyor gibi. Gopnik tam bir Demirkubuz kahramanı değil ama benzerlikleri var. Demirkubuz 2006’da yaptığı bir söyleşide kendisini son yıllarda en çok etkileyen 6 filmin adını vermiş; bunlardan ikisi, ‘Fargo’ ve ‘Orada Olmayan Adam’ Coen’lerin filmleri.
Film bir prologla açılıyor. Burada filmde göreceğimiz kahramanların geçmişteki prototipleri var sanki. Bir yaşlı adam, Yahudi bir çiftin evini ziyaret ediyor. Evin sabit fikirli kadını gelenin, ölmüş bir adamın kötü niyetli hayaleti (Yahudi mitolojindeki dibbuk) olduğuna inanıyor ve adamı bıçaklayıveriyor, erkek ise pasif bir şekilde olayı izliyor.
İŞLEVSEL OLMAYAN AİLE TABLOSU
Film eve gelen ihtiyarın, kanlı canlı bir adam mı, yoksa bir hayalet mi olduğunu belirsiz bırakıyor. Ardından, Coen’lerin memleketi Minnesota’nın, Yahudilerin yaşadığı bir banliyösüne (suburb) geçiyoruz. Larry Gopnik ve ailesiyle tanışıyoruz. Larry fizik profesörü. Karısı, biri kız, biri oğlan iki çocuğu ve erkek kardeşiyle aynı evde yaşıyor. Tam bir işlevsel olmayan aile tablosu var.
Oğlan ot kullanıyor, kız güzellik derdinde, erkek kardeş ise, adı konmuyor ama bir tür şizofren. Larry’nin karısı ise Sy adlı bir adamla birlikte ve Larry’den boşanmaya kesin kararlı. Hiçbir şey Larry’nin isteği doğrultusunda gitmiyor. Larry kim nereye çekerse oraya sürükleniyor. Onu çekiştirenlerin davranışları da çoğunlukla irrasyonel ama en azından bir iradeye işaret ediyor. Larry’de ise irade yok gibi  bir şey. Larry’nin egosu gelişmemiş. Hahamlara danışmak da bir işe yaramıyor. Onlar da hayatta bir mana arayışını ya çoktan bırakmışlar ya da bir otoparkta bile anlam görmeye çalışacak kadar riyakar bir tutum içindeler. Sonuçta kadere teslim olmak dışında bir seçenek sunamıyorlar Larry’ye.
Evet, elbette her şeyin Shyamalan filmlerinde olduğu gibi nihai bir ereğe hizmet eden anlamları yok hayatta. Coenlerin dindışı nedensizlikciliğini (bu kavramı şimdi uydurdum), mesela bir Shyamalan’ın new-age’ci (yeni çağcı) yaklaşımına yeğlerim. Film, Larry’nin dramını egosunun gelişmemişliğine bağlasa tatmin olacağım ama öyle de değil. Egosu fazlaca gelişmiş olanlar da ne yaptıklarını bilmiyorlar ve her şey saçmaya bağlanıyor,  sonuçta. Saçma üzerine kafa patlatmak da saçma, en nihayetinde. Ama “Ciddi Bir Adam” bu boşluğuna rağmen keyifle izlenen bir film.

‘ZORLU GÖREV’
Britanya’dan rock’çı çıkmaz!
Judd Apatow’un öncülerinden olduğu bromance (birader romansı) alt türünden daha önce söz etmiştim. Bu türün tipik özelikleri var. Kahramanları yetişkin erkekler olmalarına rağmen, duygusal olarak henüz ergen seviyesindedirler. Sorumluk almaya, bir kadınla derinlikli bir ilişki kurmaya hazır değillerdir. Akılları hâlâ maceralar yaşamak peşindedir, bir şekilde bu maceraları yaşarlar da ama hayal kırıklığına uğrarlar. Sonunda evlenme ya da ilişkilerine sahip çıkma kıvamına gelirler. Konformist veya muhafazakâr görülebilecek bu yaklaşımla aslında çok da sorunum yok çünkü yerleşik bir ilişkinin karşısına konulan genellikle çok daha derinliksiz, çok daha sığ ve çok daha tüketici ilişkilerdir.
Zorlu Görev de aynı formülü  izliyor. Büyük bir müzik şirketinde çalışan Aaron Green’in stajyer doktor bir sevgilisi var ama onun aklı rock’çı ya da hip-hop’çı müzisyenlerin verdiği çılgın partilerde. O partilerde yaşayacağını düşündüğü seks maceraları ağzını sulandırıyor. Hayat Aaron’a bu dünyanın içine girme fırsatını veriyor. Çalıştığı şirkete para kazandırabilmek için Britanyalı bir rock’çıyı ABD’ye getirmekle görevlendiriliyor. Amerikalılar Britanyalı rock’çılarla dalga geçmeyi öteden beri severler. ‘Spinal Tap’ bu dalganın ilk ve  en başarılı örneklerindendir. Afrikalı çocuklara sahte bir duyarlılık gösteren Britanyalı rock’çı Aldous Snow karakteri de bu parodi tarzının bir örneği.
Aldous’a takılıp hayatını yaşamak Aaron’a iyi gelmez fakat. Rock’n’roll yaşam biçimi bir tür ebedi ergenliktir ve kahramanın bunu aşması türün gereğidir. Sonuç türün gereklerini yerine getirecektir tabii. Büyük müzik şirketleri karşısında, bağımsız (indie) şirketleri savunması ve Metallica’yı internet üzerinden serbest müzik paylaşım sitesi Napster’a açtığı davadan dolayı iğnelemesi filmin hoşluklarından. Ama filmin, İngiliz rock’çılara bir şey olmaz deyip sex & drugs & rock’n’roll (seks ve uyuşturucu ve rock) yaşam tarzına kurban vermiş iki İngiliz grubunu anması ciddi bir dikkatsizlik.
Filmde adı verilen gruplardan Rolling Stones’dan Brian Jones (gruptan ayrıldıktan hemen sonra), Led Zeppelin’den ise John Bonham erken yaşta hayatlarını kaybetmişlerdi çünkü. Bu grupların liderlerinin hayatta olması, İngilizlere bir şey olmadığı anlamına gelmiyor. Metallica’nın davulcusu “sahte entelektüel” Lars Ulrich’e filmde Danimarkalı denmesi gibi, hakiki rock’çıların özbeöz Amerikalılardan çıktığını ima eden bu varsayım da filmin Britanyalılara geçiren yumuşak ırkçı esprilerinden biri.
Ayrıca sahte duyarlılıklarla dalga geçmek iyi de, sizin öneriniz ne diye de sormak geliyor insanın içinden. Sonuçta Afrika’yla ilgili  en iyi şarkılardan biri olan ‘Biko’yu Britanyalı Peter Gabriel’in yazdığını hatırlatırım.