Çocukluğum Malatya’da geçti. Halkın büyük kısmı geçimini tarımdan sağlıyordu. Pancar, tütün, fasulye ve tabi kayısı ürettikleri temel ürünler arasında yer alıyordu. Zamanla pancar üretimi bitti, tütün üretimi yasaklandı. Bu alanlarda üretim yapılmasını devlet istemiyordu. Geriye kaldı kayısı. Meyve üretimi öyle kolay değildir. Fidanı dikeceksin, meyve veren ağaca dönüşmesi için yıllarca bekleyeceksin. Ama öyle boş beklemeyeceksin. Bakacaksın ağaçlara, çalışacaksın, alın teri dökeceksin ve para harcayacaksın. Gün gelip ağaçlar büyüdüğünde de heyecanla kayısı olmasını umut edeceksin. Umut edeceksin diyorum çünkü kayısı verimini etkileyen pek çok faktör üzerinde kontrolün yoktur. Don vurur, dolu vurur, hastalık vurur. Aslında yıllarca beklemişsindir ama şansın yaver giderse belki para kazanabilirsin. Öyle ben çok çalıştım, kesin para kazanacağım diye bir şey yok. Üstelik kayısın olsa bile acaba fiyatı ne olacak? Satacağın fiyat maliyetlerini ve geçimini karşılayacak kadar bir gelire yol açacak mı? Bütün bunlar soru işareti. Bazen olur, bazen yıllarca ciddi bir gelir elde etmeden bir sonraki senenin hayalini kurmaya başlarsın. Bazen gülersin, çoğu zaman gülemezsin. Kısmet işte.

Anadolu’nun diğer bölgelerinde de böyledir çiftçinin hali. Bu nedenle “kısmet” önemli bir sözcüktür çiftçilerin dağarcığında. Olursa ne güzel, olmaz ise; “kısmet seneye” derler.

Tarımsal üretimi etkileyen faktörleri kontrol edememek, ne kadar gelir elde edeceğini bilememek, çocuklarının rızkını sağlayıp sağlayamayacağını tahmin edememek, üretimde kullandığın girdilerden kaynaklanan borçlarını ödeyip ödeyemeyeceğini bilememek ülkemizdeki milyonlarca çiftçi ailesinin dramıdır.

Değer yaratmak için risk alanlar girişimci olarak adlandırılır ve alkışlanır. Fakat “en büyük riski” üstlenerek üretim yapmaya çalışan çiftçiler görmezden gelinir, yok sayılır. Onlara yönelik kaynak tahsisi yapılmaz, projeler geliştirilmez.

Fakat diğer taraftan hiç risk üstlenmeden belli bir karı garantileyenler ise ülkenin önemli “iş insanları” olarak alkışlanır, el üstünde tutulur.

Limak Holding patronu Nihat Özdemir, salı günü gazetelere yer alan bir mülakatında “Havayolu, otoyollar, yapacağımız Çanakkale Köprüsü… Evet, finansmanımız yabancı para ama gelirimiz de yabancı para. Bunlarda sıkıntı yok” demiş.

Gerçekten sıkıntısı yok. Kamu özel İşbirliği(KÖİ) kapsamında yaptığı işlerin kredi ve alım garantileri var. Yani, patron olarak krediyi kolay alacak, işi zaten uzmanları yapacak, insanlar kullansa da kullanmasa da döviz cinsi garanti ödemeler ile kasasına en az ne kadar para gireceğini bilecek. Hiç risk almadan “girişimci” olmak bu iktidar döneminde bizim müteahhitlere kısmet oldu. Bu nedenle dolar inmiş, avro çıkmış, pek de dertleri değil.

Tamam, anladık müteahhitlerin derdi olmayabilir de, çiftçilerin derdi ne olacak? Kim onlara el uzatacak, destek olacak?

Cumhurbaşkanı Erdoğan Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada “18 yılda çiftçilerimize toplam 160 milyar liraya yakın destek sağladık” dedi. Rakama baktığınızda yüksek gelebilir ama bu 18 yılın tamamında sağlanan destek. Yıllık ortalaması 8,8 milyar lira eder. Evet, yanlış okumadınız, bir zamanlar tarımda kendine yeter” üretim yapan bir ülkede tüm çiftçilere sağlanan destek tutarı bu kadar. Ben de merak edip TÜİK’in verilerine baktım. Türkiye’de “Çiftçi Kayıt Sistemi(ÇKS)” olarak adlandırılan sisteme kayıtlı çiftçi sayısı 2,2 milyon. Bunu siz kişi olarak değil aile olarak da okuyabilirsiniz. Ortalama 4 kişiden hesaplasak 8,8 milyon kişiye sağlanan destek bu kadarmış. Yıllık ortalama destek tutarı çiftçi ailesi başına 4 bin lira. Aylık hesaplayacak olursak bir çiftçi ailesine verilen desteğin ayda ortalama 335 liraya denk geldiğini görürsünüz. Tabi bu ortalama olarak hesaplanan tutar. Pek çok çiftçi bunun yarısını bile alamıyordur.

Bir köprüye verilen araç başı garantinin 350 liranın üzerinde olduğunu hatırlarsanız, bir çiftçiye aylık ortalama denk gelen destek miktarından daha fazla olduğunu görürsünüz.

E, tabi çiftçi girişimcidir, risk alıyorsa sonucuna da katlanır. Her şeyi devletten beklememeli, değil mi? Peki müteahhit neden risk almıyor ve her şeyi devletten bekliyor diye merak ediyorsanız; o soruyu da bana değil, onlara bu “fırsatları” sunanlara sormalısınız.