Sinir ve üzüntü arası saçma bir yerde ağlıyordu. Ağladıkça daha da geriliyor, gerildikçe sesi yükseliyordu. Balkona çıkanlardan özür dileyip kusura bakmamalarını rica etsem de artık bütün sokak uyanmıştı

Çığlık

ZİHNİ BAŞSARAY / zihnibassaray@gmail.com

Martılar denizin üzerinde öylece duruyor. Deniz bir çarşaf gibi serilmiş toprağın üzerine. Ne garip, ikisinin de acelesi yok. Zaten insandan başka hiçbir şeyin acelesi yok bu hayatta. Zamanla kavga eden tek canlı türü olarak mutsuz olmamıza şaşırmamak gerek. Tabiatla uyuşamamaktan daha büyük bir huzursuzluk hayal edemiyorum. Aslında etmeye çalışıyorum ama çok gürültü var. Böyle bir gürültünün içinde insanın hayal kurmaya çalışması bile mümkün değil. Üstelik şimdi bir müşterim arasa, “Ne yapıyorsun?” diye sorsa, “Hayal kurmaya çalışıyorum,” desem benimle dalga geçer. Belki de delirdiğimi düşünür. Bu delirmek konusu bir gün başımıza bela olacaktı, oldu.

Dün gece saat iki gibi Yasemin aradı. Gün içinde bile pek aranan biri değilken, gecenin ikisinde çalan bir telefon tahmin edeceğiniz gibi aklımı başımdan aldı. Telaşla telefonu açıp kötü haberi beklemeye başladım. Yasemin oldukça telaşlı bir halde acilen Kadıköy’e gitmem gerektiğini, Necdet’in delirdiğini söyledi. Delirmek tek başına bir açıklama değil elbette. Delirdi de kendini mi camdan atıyor, yoksa yorganı döşeği alıp sokakta mı yatıyor ne bileyim ben? “Nasıl yani delirdi?” diye sorunca “Ya şarkı söylüyor Yusuf, bağırarak şarkı söylüyor” dedi. “Ulan bırakın söylesin işte ne güzel” demek istedim ama o anda bunun Yasemin’i rahatlatmayacağını anladım. Kalktım gittim.

Gecenin köründe boğa heykelinden Bahariye Caddesi’ne girip yürümeye başladım. Birkaç dakika yürüdükten sonra oldukça kötü bir sesin melodik olarak kulağımı tırmaladığını hissettim. Necdet’in sesiydi. Daha hızlı yürümeye başladım. Necdet ve Yasemin Süreya Operası’nın önünde yanlarına toplanan birkaç insanla birlikte duruyordu. Necdet sürekli aynı şarkıyı bağırırken Yasemin kolundan tutuyordu. Necdet benim geldiğimi farketmemişti. Ben de ani bir hamle yapmadan beklemeye karar verdim. Necdet sokağa girip şarkı söylemeye devam etti. Sokağa girince birkaç dairenin ışığı yandı ve 45-50 yaşlarında beyaz atletli, esmer bir adam balkondan “sussana ulan uyuyoruz şurada, inersem sıçarım ağzına” diye bağırmaya başladı. İşlerin kötüye gideceğini anlayınca Necdet’in suratını tutup “sus artık Necdet, biraz sus, konuşalım” dedim. Gözünden yaşlar geliyordu.

Sinir ve üzüntü arası saçma bir yerde ağlıyordu. Ağladıkça daha da geriliyor, gerildikçe sesi yükseliyordu. Balkona çıkanlardan özür dileyip kusura bakmamalarını rica etsem de artık bütün sokak uyanmıştı. Necdet’i tanıyan 3-5 kişi daha koşarak aşağı indiler. Biz O’nu tutmaya çalışırken o durmadan daha yüksek sesle şarkı söylüyor, resmen haykırıyordu. Yasemin sakince olan biteni izlerken Necdet’in bu halinin bende yarattığı gerginlikle ne yapacağımı bilmiyordum. Suratına sağlam bir yumruk atarak O’nu sakinleştirebilir ya da susmasını bekleyebilirdim. Bir ara hıçkırmaya başladı. İyice ağlamaya vurmuştu kendini. Başını alıp göğsüme yasladım. “Ne oldu be oğlum, neyin var amına koyayım düzgünce anlatsana şunu” dedim. Yaklaşık bir dakika sonra Necdet’ten bir mırıltı geldi. Bu esnada O’nun sakinleştiğini görenler evlerine girmişti. “Çocuklar bu sessizliği duymasın istedim abi.” dedi. Anlamadım.

- Çok insan öldü. Çok insan yandı. Bütün sessizlikler suça ortak Yusuf, bu sessizlik çok ayıp, çocuklar bu sessizliği duymasın istedim.

Olduğum yere çakıldım. Ne diyeceğimi bilemedim. Sesi ve bedeni titriyordu, belli ki hala kendinde değildi. Kafası göğsümdeyken yeniden bağırmaya başladı. Artık durdurmaya çalışmayacaktım. Birkaç dakika sonra polis sireni duyuldu. İçimde kocaman bir korku doğdu. Ne yapacağımı bilmiyor, öylece bakınıyordum. Polis sokağa girip tam önümüzde durdu. Elimle Necdet’in ağzını kapatmaya çalıştım ama yine de tutamıyordum. Polisler arabadan inip doğruca yanımıza geldi. Ben salak salak kekelerken Yasemin araya girdi; “Arkadaşımız rahatsız memur bey, kriz geçiriyor, ambulans çağırdık gelir birazdan” dedi. Necdet gerçekten de kriz geçiriyordu ama hastalığı falan yoktu. Polis dönüp; “ne hastalığı lan bu herif barış, ölüm falan bir şeyler haykırıyor” dedi. Yasemin “kendisi bu tip durumlarda televizyonda izlediği şeyleri bağırıyor memur bey, Necdet burada esnaftır” dedi. Polis tam ikna olmamaya yeltenirken sokağın Bahariye tarafından ambulans geldi.

Bütün sokak balkon ve camlara çıkıp bizi izliyordu. Şafak sökmek üzereydi. Necdet’e acilinden bir iğne vurup sakinleştirdiler. Ambulansa binerken uykuya dalmak üzereydi. Hala şarkıyı mırıldanıyordu.

“Uyanın yalvarırım,
Bu sessizlik çok ağır.
Sen de uyan çocuğum
Ne olur bir kez bağır.”

Öylece uyudu. Çok terlemiş, çok yorulmuştu. Yasemin yanındaydı. Bir keresinde Yasemin’e açılmış, cevap alamayınca da “yanında yoksa sonra seversin Yasemin” demişti. Yasemin işte oradaydı. Ben hastane kapısında sigara içerken güneş doğdu. Necdet’i uyuttular. Bir iki saate kalkar. Kalkınca O’nu psikiyatri servisine sevk edeceklermiş. Yasemin başında kaldı. Ben de işte buraya geldim.

Şimdi denizin kenarında bir bankta uyanmasını bekliyorum. Zulüm belki de insanın tabiatıydı ama Necdet bu tabiatla uyuşamamıştı. Bundan büyük huzursuzluk mu olur?