“Ernest Hemingway, bir emperyalist savaşlar çağı yazarıdır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarına katılmış, İspanya İç Savaşında bulunmuş bir yazar-gazeteci-belgeselci olarak dönemin yıkımını, acılarını, insanlığın yabancılaşmasını son derece iyi anlatıp kalıcılığa erişmiştir... 1917’deki Rus devrimi, insanlığa bambaşka bir ufuk açmış; Avrupa’daki kalkışmalara örnek teşkil etmişti... Birinci Dünya Savaşının pazar paylaşımının ulus devletleri tatmin etmeyişi üzerine gelişen İkinci Dünya Savaşı ile insanlık tarihinin en kanlı sayfaları açılmaya başlandı. Kitlesel katliamlar, savaşlar, açlık, krizler, işsizlik, devrim ve karşı devrimleri tam orta yerinden yaşamış bir insan olan Hemingway, diğer birçok yazar gibi yalnızca gözlemlerini aktarmamış; gazetecilik kimliğiyle toplumsal olayların içinde bulunmuştur. Bu özelliğiyle Hemingway toplumsal dönüşümlere bizzat şahitlik edip onlara taraf olurken dönemin gelişen kitle iletişim olanaklarıyla da geniş bir çevreye bunları iletiyordu. 1920-1950 arasında ABD’de her 100 kişiye 300 ila 500 arasında gazete satıldığı istatistiğini göz önünde bulundurursak tablo daha netleşir. Hatta bu bilgiye radyo ve televizyonun yükselişini de dahil etmek gerekir... İç savaşın çıktığı yıllarda, İspanya’ya kayıtsız kalamayarak oraya gitmeye karar veren Hemingway, bu sefer çok farklı bir savaşa dahil oluyordu. Dünyanın dört bir yanından on binlerce insanın dayanışma için katıldığı bu savaş devrim ile karşı devrim arasındaki bir çarpışmaydı. Franco’nun ordularına karşı durup İspanya Devrimi’ni ilerletmek tüm dünya devrimcilerine bir umut ışığı olacaktı... Hemingway, 1943 yılında Fransa çıkartmasına katıldı. Ağır bombardıman altında fotoğrafçı ve gazeteci olarak geçirdiği aylarda çektiği savaş fotoğrafları ödüllendirildi... 1954 yılında Nobel ödülünü kazandı... Castro’ya sempati duymakta, gerilla savaşını parasal olarak desteklemekte ve iktidarı almalarından sonra da Castro ile ilişkisini geliştirmekteydi... Daha sonra Hemingway’in iddiaların bir tanesi de FBI’ın onu öldürmek istediği ve takip ettiği şeklindedir. Ölümünden sonra anlaşılmıştır ki şüphelerinde haklıdır. FBI, Küba ilişkileri üzerine Hemingway’i yakın takibe almış, hakkında İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dosya kayıtları tutmuştu...”

Olayların içinde, bir belgeselci olmasaydı, bir gazeteci gözüyle yaşananlara bakmasaydı o yapıtları üretemeyecekti belki de Hemingway...

Ekin Akçay’ın yukarıdaki uzun kapsamlı yazısından alıntıladığım “Ernest Hemingway”de Küba ile bağlantılı olarak çarpıcı son satırlardan biri: “ABD’nin kendisini takibe aldığı dönemde Hemingway’in çok tanınan bir gazeteci-yazar olarak emperyalist çıkarlarla ters düşecek bir şey söylemesinden korktuğu aşikardır...”

Kılıçdaroğlu, neler demiş Can Dündar ile Erdem Gül görüşmesinde: “32 gazetecinin hapiste olması en büyük ayıplardan birisi... Yazık günah değil mi bu insanlara?... Haber yapıyor diye gazetecileri hapse atıyorsunuz... Bunu asla doğru bulmuyoruz... 32 gazetecinin de serbest bırakılmasını istiyoruz...”

Ayıp”, “günah”, “doğru bulmuyoruz”, “istiyoruz” gibi deyişler artık hafif mi hafif kalmıyor mu sonuçta?! Kabul etmiyorsan gerekeni yapsana! Gereken ne mi? Ben ne bileyim, sen bil, kocaman bir örgüt değil misin yaa CHP?!...

Şakacıktan takılıyor ama kızıyorum da! Hani ne olacak, bir şey olmayacaksa da biraz, biraz daha karşıtçılık... Gazeteciler içerde, siz dışarda demeçlerde, cık cık cık...