Bugün dünyayı saran popülist yönetim anlayışı, demokrasileri askıya alan, insan haklarına uzak duran ve oluşan kaynakları mümkün oldukça tek elde toplayan otoriter sistemlere dönüşmektedir.

Bu nedenle kapitalist ekonomik düzen hızla küreselleşmiş, sanayi devrimi sonrası da işçi sınıfının emek mücadelesiyle elde ettiği kazanımlar, özellikle insanca yaşanabilecek bir ücret, fırsat eşitliği, gelecek güvencesi, örgütlenme ve sosyal haklarda müthiş bir gerileme oluşturmuştur...

Küresel kapitalist düzenin yarattığı en büyük sorun, ücretlerdeki erime ve gerileme sonucunda sosyal adaletsizlik makasının tarihte görülmemiş düzeyde açılmış olmasıdır.

Orta sınıfın barınma, eğitim, sağlık, tasarruf edebilme, iş ve sosyal haklarını içeren istikrarlı bir devlet güvencesi ortadan kalkmıştır.

Laik demokrasi ve evrensel hukuk anlayışının yok edilmesiyle birlikte emek sermaye çelişkisi azmış, nüfusunun çok küçük azınlığının ülke kaynaklarının çoğunluğunu ele geçirdiği, büyük çoğunluğunun ise aç ve yoksul olduğu ülkeler ortaya çıkmıştır.

Dünyada sadece insanları mutlu ve refah içinde yaşayan 8 ülke kalmıştır…
Dahası, dünya nüfusunun yarısının elde ettiği yıllık gelire eş kazanç elde eden sadece 64 kişi/kurumun varlığı, gelinen paylaşım adaletsizliğinin ne denli vahim olduğunu göstermektedir!

Yaşanan o ki, karşısında ciddi engel kalmayan az sayıdaki küresel oyuncular, sömürü düzenini hızlanmıştır. Bu durum dünya insanlığını vahşi bir istikrarsızlığa sürüklemektedir...

Azgınlaşan emperyalizm, insanı ve ülkeleri sömürmekle birlikte çevre, ekolojik denge ve doğayı da yok etmektedir.

Tek elde toplanan sermaye gücü öncelikle, önündeki en büyük engel olan sınıf bilinci ve mücadelesini yok etmeğe çalışmaktadır!

Popülizm ve gerçek ötesi algı yönetimleriyle desteklenen yeni dünya düzeni, tek yanlı ve sadece sermaye odaklı olduğundan doğa, insan ve emek merkezli sol siyasetin artık yok olduğu imajını bilinçli olarak yaymaktadır.

Oysa bu korkunç yeni yapıyı yıkabilecek tek güç sol ideolojidir!

Ayrıca gerçek şudur; emek-sermaye çelişkisi ortadan kalkmamış, aksine son 30 yılda daha da derinleşmiştir. Küresel kapitalist ekonomik sistemin yarattığı sorunlar, küresel ölçekte mikro ve vekâlet savaşları ile halkların sömürüsünün hızlanmasına, çevrenin geri döndürülemeyecek şekilde tüketilmesine, düzensiz kitlesel göçe, gelecekten umutsuzluğa, çoğulcu siyaset kurumuna ve hatta demokrasiye inancın kaybolmasına neden olmuştur.

Kimlik temelli dinsel ve etnik milliyetçiliğin körüklenmesi, radikal sağın insani değerlere vahşice saldırabilmesine izin vermektedir…

Bu saldırılar, demokrasi taleplerini yok etme, hak ve özgürlük sınırlarını daralma sonucunu getirmektedir...

Dahası küresel ekonomi üzerine oyun kuranlar sömürü düzenini devam ettirmek ve yayılmacılığı kolaylaştırmak için önce devletlerin küçülmesini, sonra mikro milliyetçiliğin körüklenmesini gündeme getirmişlerdir.

Devletlerin yeniden yapılandırılmasında kapitalizmin daha da kalıcı olabilmesi adına ilk el atılan yer yargı ve laiklik niteliği olmuştur.

Taraflı ve bağımlı yargı, gelişmeyen kültürü ve kalkınamayan ekonomiyi peşinden sürüklemiştir.

Laikliğin yok edilmesi demokrasi, hak, özgürlük ve eşitlik kavramlarından vaz geçilmesinin de nedeni olmaktadır...

Çıkış yolu; bilişim çağını yakalayan, küresel ölçekte düşünen, gelişimci, kadın erkek eşitliğini savunan, demokrasi araçlarını genişleten, örgütlü toplum ve özgür bireyi kollayan anlayıştır!

Demokratik devleti oluşturan, herkese parasız sağlık ve bilime dayalı eğitim hizmeti veren, çevreci, grevli ve toplu sözleşmeli sendika hakkı, emekten ve barıştan yana sivil toplumun örgütlenmesini sağlayacak bir yönetime sahip olmaktır.

Bu yönetimin oluşturacağı sistem; kuvvetler ayrımına oluşturan, kimlik siyasetini reddeden, farklı kimlikleri eşit yurttaşlık temelinde kucaklayan, kişilikli dış politika sergileyen, bütünleştirici parlamenter laik demokrasiyi kurmalıdır.

Bu da yalnızca sol ideolojiyle ve gerçek sol partilerle gerçekleşebilir.