Cumhurbaşkanlığı seçimi
Fotoğraf: AA

Mustafa KARADAĞ - Eski Yargıçlar Sendikası Başkanı

14 Mayıs’ta Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılması kesinleşti. Cumhurbaşkanının seçimin yenilenmesine kararı almasıyla birlikte sanki TBMM feshedildi diyen var gibi, AKP her zaman yaptığını yaptı ve durduk yerde Meclisin feshi söz konusu değil türünden bir açıklama yaptı, neyse ki kimse üzerinde durmadı.


AKP iktidarının, Anayasa’dan ve hukuktan azade olmasının bir gereği olarak AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden aday olabileceği/olacağı da kesinleşmiş gibi. Oysa Anayasanın 101/2 maddesi çok açık, bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir diyor. İstisnasını da 116/3 maddesinde düzenlemiş, Cumhurbaşkanının üçüncü kez seçilebilmesinin tek yolu TBMM’nin seçimlerin yenilenmesine karar vermesi. Bu olmadığına göre Recep Tayyip Erdoğan kesinlikle bir kez daha Cumhurbaşkanı seçilemez, yani aday olamaz. Anayasa bu kadar açık iken mevcut Cumhurbaşkanının üçüncü kez seçilmek istemesinin sebebi başka bir çaresinin olmamasındandır. Çünkü seçimden sonra koruma zırhının ortadan kalkacağını, iktidarın el değiştirmesiyle yolsuzluk ve hukuksuzlukların, hepsinin soruşturulacağını, diplomasının ve malvarlığının araştırılıp ortaya çıkarılacağını, kısaca hesap sorulacağını biliyor.

Cumhurbaşkanı bunların farkında iken YSK’nin farkında olmaması mümkün değil, ancak anlaşılabilir, zira YSK üyelerinin tamamı varlıklarını ona borçlu. Zaten 21 yıldır, yargı bağımsızlığının adım adım yok edilmesi, yargının hukuka değil de iktidara itaat eder hale getirilmesinin nedeni ya da başka bir söyleyişle YSK’nin iktidara bu kadar bağlı ve borçlu olmasının sonucu bu. Seçimlerden sonra YSK üyelerinin sorumluluğunun da tartışılacağı muhakkak iken bu kadar rahat ve pervasız davranmaları, Türk siyaset ve hukuk tarihinde her zaman konuşulan ve tartışılan bir şey olacak.
Muhalefetin ise anayasaya göre mümkün olmayan üçüncü adaylık meselesine şiddetle karşı çıkmaları gerekirken olağanlaştırmaları inanılır gibi değil. Anayasanın ihlaline seyirci kalmak, kabullenmek kendisini anayasa ile bağlı sayan siyasal partiler ve kurumların kendilerini inkâr etmek anlamına geleceğini bilmeleri gerekir. Hele kuruluş kanununda, görevlerini yerine getirirken ve yetkilerini kullanırken bağımsız ve tarafsız olacağı, hiçbir organ, makam, merci veya kişinin emir ve talimat veremeyeceği yazılı, Yargıtay ve Danıştay üyelerinden oluşan YSK’nin Anayasanın 138/1 ve 2 maddesine denk düşen düsturuna uygun davranmaması aynı zamanda anayasa ihlalidir ve hiçbir şekilde kabul edilemez.

Siyasi partilerin tutarlı ve dirayetli bir tavır geliştirememesi nedeniyle iş yine sivil toplumun ve meslek örgütlerinin ve demokratik güçlerin üzerine kalıyor. Bu bağlamda Türkiye’nin en büyük hukuk örgütlenmesi Türkiye Barolar Birliği ve tek tek baroların hukuka, Anayasaya sahip çıkmaları bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor.

Unutmayalım ki anayasa ihlalleri üzerine kurulu bir seçim ile demokrasiye ulaşılması olanağı yok. Seçimlerin güven içinde yapılması, şeffaflığın sağlanması uluslararası sözleşmeler ile yükümlenilmiş bir görev. Halkın sandıklara sahip çıkmasına ihtiyaç duyulmayan, dürüst, şeffaf, hileden uzak bir seçim olması demokrasinin ve hukukun bir gereğidir.