Geleceğe dair hayal ettiğim çoğu şey oldu. İnternet az çok hızlandı, cep telefonları hayatlarımızı işgal etti, dikey inen roket geliştirildi, derin uzay görüntülenmesinde yeni teknolojiler bulundu, parçacık hızlandırıcıda parçaları birbirine vurdukça vurduk, kara madde ortaya ha çıktı ha çıkacak. Ha bir de bunun yanı sıra ülke olarak ileri gider gibi yapıp her ileri adımımızda, ikişer adım geriye doğru gittiğimizi de fark ettim.

Ülkede vatandaştan sorumlu olan, vatandaşı için hayatta olması gereken iktidar artık iyice herkesi gelişine terörist ilan edip, önündeki kontrol masasındaki tüm tuşlara aynı anda basıyor. Zaten Türk tipi başkanlık sistemi gibi fantastik, başka yerde uygulanmamış, aklın mantığı almayacağı sistemin de hiçbir şekilde işimize yaramadığını kötü bir tercih yaparak, deneyerek gördük.

Ekonomi konusundaki bilgisizliğimizi özellikle bu konuda bilgi sahibi olduğumuz söylencesiyle pekiştirdikten sonra cebimizde son kalanları da dövizi kontrol altında tutacağız diye boş bir hevesle ve tuhaf bir ısrarla yitirdik. Kısa sürede “Akrabadan bakan olur mu?” sorusunun adım adım ötesine geçtik. Akrabaya iki bakanlığı birleştirip verdik. Geldiğimiz noktada artık yurt dışına gitmek hayal, yeni bilgisayar almak hayal, telefonumuz yere düşerse yenisini almak da hayal oldu. Zaten malum partinin sözcüleri de “Cep telefonuna paranız yetiyorsa o zaman hiç üzülmeyin” diyebiliyor. Hem de 2000’i geçeli çok olduğu bir tarihte.

Bunun yanı sıra nefret konusunda da çok ilerledik. Öncelikle böyle bir bağlamda ilerlemek için tabii ki fanatikler gibi takımlara ayrıldık. Artık kimse birbirini sevmiyor. Senden farklıya tahammülün yok, zaten tek kişinin zihnindeki kötü bir rüyanın içinde bir toz zerresi gibiyiz. İçinde bulunduğumuz rüya aslında bir kâbusmuş. İşin ilginci herkesin gördüğü bir kâbus. Yatağın ne tarafında yatarsanız yatın aynı kâbusu farklı açıdan görüyorsunuz.

İsimlere kanmaya ve kandırılmaya da doyduk. Neredeyse toptan bir şekilde Emrah’ın Nuri Alçolu filmlerinde sürekli bir şeylere kanan, birileri tarafından kandırılan, dolandırılan, soyulan insanlara dönüştük. Kafanızı kaldırdığınızda da karşınızda o tuhaf ses “Telefonun yeniymiş” diyebiliyor.

Medya konusunda gerçekten boyut atladık. Artık yandaşlıktan öteye giden gazeteler, ne olduğu belirsiz herbokologlarla ekranları ve kâğıt yığınlarını boyamaktan öteye geçtik. Artık “Hayat pahalı değil, sen çok alışveriş yapıyorsun” diye manşet atabilen gazeteler. Aslında ortada çırılçıplak duran krala bakıp “Bu taç size çok yakışıyor kralım, ayrıca çıplaklığınız da heybetinizden” diyebilen medya noktasına çok hızlı geldik.

İktidarın elinde devlet mekanizmasının çeşitli güçleri de artık tarafsızlığı bıraktı. Bizzat taraf olmaya, durumlara kendi tavrını, otoriteyle paralel bir şekilde koymaya başladı. Oysaki iktidarlar geçici, kurumlar kalıcı demişlerdi bize. Böyle olunca da sistemin demir eli kendi vatandaşına kalktıkça kalkmaya, vatandaşını sürekli korkutup, ürkütüp sessizleştirmek peşinde koşar oldu. Ama o el sadece bir araç, neden bilinç sahibi oldu, onu anlamak da zor. Belki de hayatta kalmak için güce yamanıyordur.

Geldiğimiz noktada, basit insan haklarını, evrensel değerleri tartışıyoruz artık. Akademisyenlere, öğrencilere, bilim insanlarına, yazarlara, okurlara karşı mafya babaları ve raf ömrü yıllar önce bitmiş bayat politikacılar var.

İşin ilginci bu kadar kötü beslenmeye rağmen hâlâ hayattayız, bir umut var demek ki.