Küresel rekabet, tüm dünyanın gözlerini ABD-Çin ilişkilerine çekiyor. Çağdaş Üngör, “Çin-ABD gerilimini kaçınılmaz, mutlak bir olgu olarak görmemeliyiz, ancak uluslararası alanda güç mücadelesini esas alan mevcut paradigmalar, törpülenebilir” diyor.

Çin-ABD gerilimi ne anlatıyor?

Özde Çelikbilek

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Çin arasındaki rekabetin yarattığı tansiyon, her geçen gün artmaya devam ediyor. Küresel rekabette gücün kimde olacağı tartışması, Çin’in savunma bütçesini artıracağını duyurması, ABD Hint-Pasifik Kuvvetleri Komutanı Amiral Philip Davidson’un “Çin’in ABD’nin uluslararası düzen içindeki yerini ve liderlik rolümüzü ele geçirme arzularını pekiştirmesi beni kaygılandırıyor” ifadeleri...

Bu iki ülkenin gerilimi bize ne anlatıyor? Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Prof. Dr. Çağdaş Üngör ile konuya mercek tuttuk.

Bugünkü Çin-ABD geriliminin, ekonomik, siyasi ve teknolojik boyutlarıyla birçok farklı açıdan ele alınabilecek bir konu olduğunu dile getiren Üngör, “Tek parti rejimindeki ısrarı ve çift haneli ekonomik büyüme rakamları, Çin’in 1990’lı yıllarda dahi ABD tarafından bir ‘tehdit’ olarak algılanmasına yol açmıştı” dedi.

Obama döneminde Amerika-Çin ilişkilerinin yükselişe geçtiğini belirten Üngör, esas değişimin Trump yönetiminde olduğu dönemin altını çizdi. Üngör, “Trump’ın yönetime geldiği dönemde Çin artık küresel bir ekonomik güç, Batı demokrasileriyle tezat arz eden farklı bir siyasi model, Asya Altyapı ve Yatırım Bankası gibi kurumlar ya da Kuşak ve Yol İnisiyatifi gibi projeler aracılığıyla dünyada ağırlığını giderek hissettiren bir ülkeydi. Tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs krizi bunu bir süreliğine baskı altına aldıysa da ABD’nin bu krizden daha kötü bir insani ve ekonomik karne ile çıkması Çin’in elini yeniden güçlendirdi” ifadelerini kullandı. ABD Başkanı Biden, Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada, Çin’le uzun soluklu bir mücadele içinde olduklarına işaret etti ve gelecek dönemde özellikle ekonomi ve güvenlik alanlarında Çin’e karşı ABD-AB ittifakının önemine dikkati çekmişti. Ardından Davidson’un bu hafta ABD Senatosu’nu bilgilendirdiği konuşmasında “Çin’in Tayvan yakınlarında hava hareketliliğinde bir artış gözlemliyoruz” gibi bir iddiayla savaş tamtamaları Biden döneminde, Çin ile ilişkilerin çok farklı olmayacağının sinyalini verdi.

cin-abd-gerilimi-ne-anlatiyor-851494-1.İktidara gelen Joe Biden, Trump ile birçok farklılığı olmasına rağmen Çin’e olan bakışında bir önceki dönem ile kopuştan çok “devamlılık” arz edecek gibi görünen bir lider olacağını belirten Üngör, insan hakları politikası özelinde Çin’e karşı daha sert olacağı öngörülebilir dedi. Son yıllarda Çin-Amerikan ikili ilişkilerindeki gerilimi, büyük oranda ABD liderliği tırmandırdığının altını çizen Üngör, “Çin genellikle daha mutedil ve çatışmacı olmayan bir dil benimsedi.

Ancak bu gerilimi sadece ABD başkanlarının iç kamuoyunda puan kazanmak için tırmandırdığı yapay bir gerilim olarak görmek de mantıklı olmaz. Zira ortada 21. yüzyılda, yatırım ve teknoloji alanları başta olmak üzere birçok alanda çatışan iki farklı siyasi-ekonomik model söz konusu” dedi.

Çin’deki kapitalizm yarattığı gelir eşitsizliği açısından ABD’deki muadilinden çok farklı olmasa da, devlet-vatandaş ilişkileri, kişisel mahremiyet, şeffaflık vs. gibi değerler açısından Batı demokrasilerinden daha geri bir model olduğunu belirten Üngör, “Çin’in Asya bölgesinde artan ağırlığı da Tayvan, Japonya ve Vietnam gibi ülkeleri ABD’den daha fazla beklenti içine sokuyor. Çin-ABD gerilimini kaçınılmaz, mutlak bir olgu olarak görmemeliyiz, ancak uluslararası alanda güç mücadelesini esas alan mevcut paradigmalar dahilinde, kısa vadede bu gerilimin tamamen ortadan kalkması değil, sadece o da kesin konuşmamakla birlikte bazı alanlarda törpülenmesini bekleyebiliriz” dedi.