Çin Başbakanı Wen Jiabao, Ulusal Halk Kongresi’nin açılış konuşmasını yaparken, ülke ekonomisinin gelişim biçimini belirleyecek, etkileyecek hedefleri, kararları, niyetleri açıkladı.

Wen, 2012 büyüme hedefinin yüzde 8’den yüzde 7.5’e indirildiğini belirtti ve uluslararası basının ertesi gün manşetlere taşınan ana haber bu oldu. Batı ekonomilerinin bunalım ve durgunluk içinde debelendiği son beş yılda (2007-2011’de) Çin’in ortalama büyüme hızı yüzde 10.5 olmuştur. Bu “yavaşlama” haberi, özellikle Asya, Avustralya piyasalarını dalgalandırdı.

Niçin? Zira, Çin artık dünyanın ikinci büyük ekonomisidir. Hatta, alım gücü paritesi diye bilinen (ve ülkelerin iç fiyatları arasındaki farkları dikkate alan) bir yöntemle hesaplandığında  (bazı iddialara göre) 2010’da Çin’in toplam milli hasılası ABD’yi geçmiştir. (Bk. Arvind Subramanian, Peterson Institute of International Economy, 26 Şubat 2012).

Bir-iki puanlık da olsa bu yavaşlama, bir kere dünyanın hammadde ihracatçılarını etkileyecektir. Örneğin, 2010’da Çin’in petrol hariç hammadde ithalatı 300 milyar dolar civarındadır; beş yıl öncesine göre üç misli artmıştır ve kriz yıllarında uluslararası hammadde üreticilerini ihya etmiştir. Avustralya’nın bunalıma sürüklenmesini önleyen etkenlerin başında, Çin pazarının canlılığı olmuştur.

Çin ekonomisinin sorunlarını yakından inceleyen Yılmaz Akyüz, bu ülke ihracatının yüzde kırk oranında sanayi kökenli girdi, yedek parça ithalatına bağımlı olduğunu; bunların büyük bölümünün de  Asya’nın “eski ve yeni kaplanları” tarafından üretilmekte olduğunu belirtiyor.

Görüldüğü gibi bu  dev ekonomideki yavaşlama, dünya ekonomisinin seyrini de önemli ölçülerde etkilemektedir. 19. yüzyılın İngiltere’si gibi, bugün Çin “dünyanın atölyesi” işlevini üstlenmiştir. Bir ikinci güç öğesi ise finans alanındadır. Bugünün Çin’i her yıl astronomik dış fazla vermektedir; 3.2 triyon dolarlık rezerve sahiptir ve  bunların (en az) 1.2 trilyon doları ABD hazine bonolarından (borçlarından) oluşmaktadır. Dolayısıyla Çin, artık, dev bir finansal güçtür.

Böylece dünya ekonomisinin üretim ve finans alanlarında artan ağırlığıyla Çin, sistemin hegemonik güçlerinden biri olmak üzeredir.

***

Başbakan Wen konuşmasında Çin ekonomisi için kritik bir strateji değişikliğine de işaret etti. On beş yıl boyunca yüzde 10’luk ortalamalarda gerçekleşen büyümenin ihracata dayandığını tekrarlamaya gerek yok. Ezici bir rekabet gücü üstünlüğünün üç dayanağı olduğunu da biliyoruz: Çok düşük işgücü maliyetleri, giderek yükselen emek verimleri ve döviz kurunun hedeflenebilmesi. Bunlar nasıl sağlandı? Sosyalizmin kazanımlarının tasfiyesi, işgücünü meta haline getirdi; ucuzlattı. Çok yüksek oranlı sermaye birikimi ve doğrudan yabancı yatırımlara denetimli açılma, düşük teknolojiye mahkûmiyeti önledi; emek verimlerinde artışa yol açtı. Sermaye hareketlerinin denetlenmesi de  rekabetçi bir döviz kurunun hedeflenmesini mümkün kıldı.

Başbakan Wen, bu stratejinin, artık “dengesiz, eşgüdümsüz ve sürdürülemez” olduğunu vurguluyor. Hangi anlamda “dengesizlik”? Çin milli gelirinin (2010’da) yüzde 48’i yatırımlardan; sadece üçte biri özel tüketimden  oluşmakta; ulusal tasarruf oranı ise yüzde 53’e ulaşmaktadır. Bunlar iktisat tarihi boyunca gözlenmemiş oranlardır. Yüksek büyüme, tüketimin abartılı baskı altında tutulmasıyla mümkün olmuştur. Başbakan öncelikle bu makro ekonomik dengesizliklerin tasfiyesini hedefliyor.

Önümüzdeki dönemde öncelikler iç pazara, tüketime ve halkın gönencine kayacaktır. Wen, ipuçları da veriyor: Asgari ücretler, devletin sağlık, emeklilik harcamaları yukarı çekilecek; sosyal konut yatırımları hızlandırılacak; 2012’de iki milyon sosyal konut tamamlanacak; yedi milyon konutun temel atılacaktır. Dahası, “köylünün toprak üzerindeki hakları, artık ihlâl edilmeyecektir.”

Böylece makro ekonomik dengesizliklerden, halkın güncel hayatını etkileyen bozuklukların hafifletilmesine geçilmiş oluyor. Ne gibi bozukluklar? Somut örnekler verelim:

Kırsal kökenli göçmen işçilerin her türlü sosyal güvencede yoksun oldukları; çok düşük ücretlerle çalıştıkları bilinmektedir. Çok sayıda belgeye göre çalışma ve barınma koşulları, İngiliz sanayi devrimi ortamını andırmaktadır. Artan işçi intiharları, yaygınlaşan işçi protesto ve direnişleri zaman zaman Batı basınına yansımaktadır. Üretim süreçlerinin önemlice bölümlerini Çin’e taşımış dev ABD-Avrupa şirketlerindeki çalışma koşulları, Batı sendikalarının ve duyarlı çevrelerin ağır eleştirilerine hedef  olmaktadır.

Emeklilik, eğitim, sağlık alanlarında Çin devriminin halk sınıflarına getirdiği kazanımlar, son yirmi yılda büyük ölçüde aşındırılmıştır. J.B. Foster ve R.W. McChesney (Monthly Review Ocak 2012’de) belgeliyorlar ki, son on beş yıl içinde devletin toplam eğitim ve sağlık harcamalarına yaptığı harcamaların payı çarpıcı boyutlarda düşmüş; halk gönencinin belirleyicisi olan bu alanların finansmanı büyük ölçüde yararlananların ödentilerine devredilmiş; kısacası, eğitim ve sağlık hizmetleri adım adım piyasalaşmıştır. Sosyalist devletin (geçmişte demirden çanak diye adlandırılan) eşitlikçi politikalarının tasfiyesi, Çin halkının tasarruf eğilimlerinin yükselmesine yol açan ana etken olmuştur.         Köylülerin toprak üzerindeki haklarının ihlâli sorunu ise, köy arazilerinin düşük fiyatlarla arsa spekülatörlerine, yatırımcılara satışının yaygınlaşmasından kaynaklanıyor. Birkaç ay önce bir balıkçı köyünde (Wuhan’da) bu türden bir satış bir köylü ayaklanmasına yol açtı. Merkezî yönetimin müdahalesiyle satış iptal edildi ve isyancı köylülerden bazılarını yerel yönetime getiren seçimler yapıldı.

***

Başbakan Wen’in işaret ettiği ve “iç piyasanın önceliği” olarak yorumlanan strateji değişikliği, Çin’in kapitalistleşme sürecinin frenlenmesine dönük işaretler olarak yorumlanabilir mi? Çin işçilerinin, köylülerinin emeğin ve toprağın metalaşmasına karşı çıkan (ve Çin basınına göre her yıl yüzbinlere ulaşan) direnişlerinin bu değişikliği tetiklediği söylenebilir.

Toplumun geleceği üzerinde Komünist Partisi’nde iki akım mücadele etmektedir. Bir yanda aydınların, akademisyenlerin desteklediği “piyasacı/reformcu” kanat; öte yanda arsa spekülatörlerine, devletin sırtından zenginleşen iş adamlarına, yolsuzluğa, artan eşitsizliğe karşı mücadeleye öncelik veren, “kızıl bayrağı yükseltme” iddiasının sahipleri…

Çin’in dünya sistemi içinde giderek hegemonik bir konuma gelmesinin sonuçları… Çin kapitalizminin (veya sosyalizminin) geleceği… Çin’i bu  çerçeve içinde  incelemeyi, tartışmayı sürdürmemiz gerekiyor.