Semavi dinlere inananların nereye gittiğini biliyoruz sayılır. Bilmediğimiz tek ayrıntı, hesap görüldükten sonra yolun ne tarafa sapacağı: Doyumsuz güzellikteki bir vadide yer alan bir meyve bahçesine Kevser şarabı içmeye mi yoksa AKP’nin yönettiği ve zorbanın 7/24 küfür-kıyamet konuşup havayı zehirlediği bir Türkiye’ye mi?

Çin tarihi, kültürü derken yolum Çin dinleriyle de kesişti. “Bir semavi dine inanmayan Çinlilerin nereye gittiği (ahret inancı)” sorusu da bu vesileyle aklıma düştü. Çin dinleri derken sadece Konfüçyüsçülük, Taoculuk ve bazı yerel inançlardan söz ediyorum. Niyetim bu dinleri anlatmak gibi çok zor bir işe soyunmak değil sadece bu dinlerdeki “Tanrı” ve “öbür dünya” inancından bahsetmek.

Zamanının asilzadelerinden olan Kong-Tse’nin (Konfüçyüs) felsefi-dinsel öğretisi devlet aklı, devlet felsefesi, yönetim ile ilgiliyken ve içeriği gereği üst sınıflara ve yöneticilere seslenirken, bir kütüphane memuru olan Lao-Tzu’nun sunduğu Taoizm inancı avama seslenir. (Tse/tzu Çince “usta/bilge” anlamına gelir. Örn. Mao soyundan Usta/Bilge Tung). İki düşünürün sundukları iki farklı felsefi-dinsel öğreti gerçekte yeni din değil eski Çin dininin derlenmiş, yeni yorumla bir tür revizyona uğramış halidir. Her iki din de öncelikle bir ahlak ve erdemli yaşam felsefesidir. Bu nedenle, yaşamda, genel olarak sosyal yapıda dinin nüfuz etmediği, kapsamadığı bir alan yoktur.

Çin dinlerinde “Seni, sahip olduğun ve gördüğün her şeyi ben yarattım. Aranızdan seçtiğim elçiler aracılığıyla sana emirler tebliğ ettim, o emirlere uy. Uymazsan, dünyadayken bir şey yapmam ama bu tarafa geldiğinde seni ceza olarak zorbanın musallat olduğu Türkiye’ye gönderirim, zulüm neymiş görürsün” diye cehennem ile korkutan, sürekli “bana borçlusun” diye kafamıza kakan, yanlışımızı kollayan ve nefesi ensemizde bir tek (semavi) tanrı inancı yoktur. Çin dinlerinde her biri tanrı olan üç temel güç vardır: Gök, yer (doğa) ve insan. Fakat tanrılar bu güçlerle sınırlı değildir. Bu güç âlemlerinde çok sayıda başka tanrılar da vardır. Bazı bilgeler, toplumun iyiliği ve mutluluğu için önemli işler yapanlar da ölümlerinden sonra tanrılaştırılırlar. Tanrılar arasında bir hiyerarşiden söz edilebilir ve en tepede her şeyin yaratıcısı, ta ilk başlangıçta var olan gök yer alır.

Buraların tanrıları iyi-adil olmayı, sevmeyi ve saygı göstermeyi, nefsini terbiye etmeyi, bilgelik yolunda ilerlemeyi, doğa ile uyumlu olmayı ve ona saygı duymayı öğütler. Bunların aksine davrananlar tanrılar nezdinde makbul insanlar değildir. Örn. tanrılar öyle herkesin kurbanını, sunağını kabul etmez. Kabul edilmesi için sunanın iyi kalpli olması şartı vardır. “İyi” olma konusunda Tao’nun şu sözleri çok anlamlıdır: Yoksulluk zenginlikten, alçakgönüllülük kibirden iyidir.
Ölüm sonrasına dair inanışlar Çin kaynaklı dinlerin neredeyse hepsinde ortaktır. Bu dinlerde ölüm sonrası cezalandırılma inancı (yani cehennem) yoktur. Taoizm inancına göre “varlık” cisimden ayrılır ayrılmaz aslına, yani ölümsüz olan cisimsizliğe, kavuşur ve yüce güç (yani Tao) ile birleşir. Yüce güç evrenin ilk başlangıcında var olan güç/ilkedir. Hem kendini hem de gök, doğa ve insanı yaratan şeydir. Ruhun Tao ile birleşmesi inancı belki bir nevi ahret inancı olarak kabul edilebilir. Yoksa bu dinlerde semavi dinlerdeki gibi bir “öbür dünya” inancı yok. Ölenlerin ruhları, ruhlar âlemine (cisimsizliğe) geçer, ölümsüzlüğe ulaşır ve aile üyelerinin çevresinde yaşamaya devam ederler.

Çin dinlerinde büyük ölçüde varlığını sürdüren şu inanış bu dinlerin aslında bir ahlak, erdemli yaşam felsefesi olduğunun açık işaretidir: İnsan kötülük yaptıkça ömründen süre (aylar, yıllar) eksilir, iyilik yaptıkça ömrüne süre eklenir. Bu alışverişte sıfıra veya eksiye inilince ömür biter. Eksiye geçmiş olarak ölenlerin borcu geride kalan aile üyelerinin ömründen eksiltilir. Geride kalanlara böyle bir borç bırakmak aile büyüklerinin en büyük korkularıdır.