Çin’i nasıl anlamalıyız? Kapitalizmin gelişim tarihini önce İngiltere sonra ABD hegemonyası üzerinden düşündükten sonra, bugün geldiğimiz noktada Çin’in önümüzdeki dönemde kapitalizmin sürükleyici ülkesi ya da coğrafyası olacağına olan inanç bir hayli pekişmiş durumda! Yakın zamanda yitirdiğimiz dünya sistemi uzmanı Arrighi bu hegemonya el değiştirmesinin ne derece vahşi olacağını büyük ölçüde ABD’nin durumu nasıl kabulleneceğine bağlı olduğunu söylemişti.

Burada Çin meselesi üzerinden derin bir tartışmaya girmenin anlamı yok! Ama kısa bir not düşmek gerekirse, batıda kapitalizmin birey merkezli gelişmeci çizgisinin karşısına, doğuyu devletçi/cemiyetçi durağanlık atfederek çıkaran oryantalist anlayışın, Çin’in bugünkü dinamizmi karşısındaki sessizliğine dikkat çekmekle yetinelim!

Bir kentleşme ve yerel yönetimler uzmanı olarak bu oryantalist anlayıştan yola çıkarak Çin’in ekonomik ve siyasal sistemi üzerine yapılan temel bir kabulü sorgulamak istiyorum. Bu kabul, Çin’in Komünist Parti kontrolünde merkeziyetçi bir yönetim yapısı olduğu ve bu yapının bu dev ülke, nüfus ve ekonomiyi öyle ya da böyle yönettiğini varsayıyor.

Bu kabul belli ölçülerde geçerli olabilir. Ancak o merkeziyetçi görünümün altındaki işleyişin başka bazı özelliklerini görmezden geliyorsa, o zaman bu tahlilin kendisinin yanlış olduğunu söylemekte yarar var (aynı hatanın Osmanlı değerlendirmelerinde de kendini gösterdiğinin altını çizelim).

Öncelikli olarak devasa bir toprak parçasında devasa bir nüfusun yaşadığı Çin’de kentlerin giderek artan önemine dikkat çekmek gerekiyor. Bugün Avrupa’da 35 kent bir milyon üzerinde nüfusa sahipken, 2025 yılında Çin’de 1 milyonun üzerinde 225 kentin olacağı hesaplanıyor.

Kentler üzerindeki bu vurgu, iki ana noktanın altının çizilmesiyle anlam kazanır. Birincisi, kentlerin Çin’in devasa büyümesinde sermaye birikiminin temel itici gücü ve arenası haline gelmiş olmasıdır. İkinci olarak; kentler üzerinden işleyen birikim stratejisinin başarısında merkezi yönetim karşısında ona meydan okumadan ciddi derecede otonomi kullanan yerel yönetim aygıtlarının önemli rolü vardır.

Bu durum bazı uzmanlara, Çin modeline “yerel yönetim kapitalizmi” dedirtecek kadar da etkili bir yerel yönetim modeline işaret ediyor. Ancak bu modelde yerel yönetimi oluşturan öğenin sadece komünist parti tarafından yerelde şekillendirilen devlet aygıtı ve bürokrasisi olmadığının altını çizelim. Çinliler yönetişim modelini çoktan keşfetmiş bile; yerel devlet erkanı yanında yerel şirketler de yönetim süreçlerinin etkin bir parçası gibi davranıyorlar. Ama aynı zamanda yerel devlet yöneticileri de benzer biçimde ekonomik ilişkilerde girişimciler gibi boy gösteriyorlar.

Bu modelin işleyişinin mali boyutunda kamuya ait kentsel toprakların, özellikle kentsel yatırımlar ve konut projeleri açısından kaynak yaratıcı bir manivela olarak kullanılması var. Benzer bir kaynak yaratma modeli giderek yaygınlaşan konut kredileri etrafında kurulmuş bulunuyor. Bu iki kaynak yerel iktidar yapıları tarafından özellikle altyapı projelerinin finanse edilmesinde kullanılıyor. Altyapı projeleri işleyişe geçtiği ölçüde kendisi kaynak yaratmanın bir aracı haline getiriliyor.

Bu sistemde merkezi yönetim belli ölçülerde yer alsa bile asıl işleyişi sağlayan yerel yönetim makinası ve Çin’in bu derece dinamik bir ekonomi haline gelmesinde söz konusu yerel girişimciliğin ulusal düzeyde olduğu kadar ulus ötesi ortamda da kendisini göstermesinin büyük rolü var. Dolayısıyla, bugün Çin gerçekliğini merkeziyetçilik üzerinden anlamaya çalışanların dikkatli olması gerekiyor.

Çin gribine gelince; Kaptan Cook’un Hawaii macerasını daha önce yazmıştım. Hemen sonrasında bağışıklıkları olmaması nedeniyle Avrupalıların getirdiği hastalıklar, neredeyse Hawaii nüfusunu bütünüyle ortadan kaldıracak bir kırıma yol açar, direnecek halleri kalmaz!

Kısaca Çin’e dikkat!