Suriye’de bugün yaşanan savaş yalnızca Esad’a ya da IŞİD’e karşı olsa muhtemelen çoktan nihayete ererdi. Fakat hesap içinde hesap olduğundan savaşa müdahil olanların sayısı her geçen gün artıyor. Genel eğilim Suriye’de tanık olduğumuz tablonun, Soğuk Savaş döneminde Vietnam’dan Afganistan’a kadar örneklerini bildiğimiz vekalet savaşlarının yeni bir türü olduğuna yönelik. Belki de bu nedenle şimdilerde analiz ve haberlerde en çok kullanılan ifadelerden biri “yeni soğuk savaş”. Bu çerçevede cevap aranması gereken bir dizi soru var elbette. Örneğin AKP’nin yanlış hamleleri nedeniyle içine sürüklendiğimiz bu savaşın içeriği nasıl değişti? Türkiye mevcut pozisyonu ile söz konusu savaşın neresinde?

Suriye’de iç savaş başladığında sadece İran, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin parmağı varken bugün Batı ile Rusya büyük aktör olarak sürece dâhil oldu. AKP’nin masa başında kurduğu hayaller sahada suya düşünce Soğuk Savaş dönemindeki ileri karakolluk misyonuna rücu etti. İran ile ABD arasındaki ilişkiler yumuşamış, Türkiye-Rusya “stratejik ortak” olmuşken Suriye denklemi işleri karıştırıverdi. Öyle ki Suudiler, IŞİD’e gizlice destek verirken amaçları aslen İran’ı bölgede devre dışı bırakmak. Hâlihazırda İran ve Suudi Arabistan, Yemen üzerinden de bölgede nüfuz mücadelesi veriyor. Katar’ın cihatçılara desteği belli ancak geriye kalan Arap ülkelerinin IŞİD ve Suriye’deki emperyal savaş karşısında durumu çok net değil. Ürdün örneğin IŞİD tehdidinin kendisine sıçramasından korktuğundan olup bitene uzak durmayı tercih ediyor. ABD’nin gerçekten IŞİD ile savaştığını söylemek zor; zira Suudilerin sırtını dolaylı bir biçimde sıvazlamaya devam ediyorlar. Rusya Suriye’deki pozisyonu en net olan taraf gibi görünüyor. Ilımlısı, radikali ayırt etmeksizin tüm İslamcı savaşçılara meydan okuyarak rejim güçlerinin stratejik yerleri yeniden ele geçirmesine yardımcı oluyor.

Kuşbakışı manzara vekalet savaşlarının Soğuk Savaş gramerine benzediği yönünde. Ancak artık yalnızca kapitalistler ile sosyalistler arasında cereyan eden iki kutuplu bir dünya yok. Çok sayıda aktör, savaşan taraflardan birden fazlasını aynı anda destekleyebiliyor. İttifaklar “dinamik”, saflar ise değişken. Paris saldırısı gösterdi ki artık evden uzakta yürütülen savaşın insani maliyeti sadece cephede değil. Soğuk Savaş’ta, Paris ve Brüksel sokaklarında tankların ve askerlerin gezindiği fotoğrafı görme ihtimali oldukça düşüktü; bugünse “hür dünyada” kamusal alanı güvenlikleştirmek sıradan bir iş.

AKP, Batı ve Rusya’nın Esad rejiminin devamı konusunda zımni bir uzlaşmaya gitmesi ve Rus uçak krizi sonrasında bölgede iyiden iyiye kapana kısıldı. Provokasyonla uçuşa yasak bölge ilan ettirme ve Kürtleri pasifize etme taktiği de tutmadı. MİT kanalıyla “diplomasi” teşebbüsü hem bu sıkışmışlıkların hem de Erdoğan’ın Fidan üzerinden tüm ipleri elinde tutma arzusunun bir parçası. Türkiye’nin Musul’a asker yığması, sıkışan AKP iktidarının elindeki son kozları oynama telaşının bir parçası şimdilik. Barzani ile teması sıklaştıran iktidar, belli ki Bağdat yönetimine bir biçimde şantaj uygulamayı alternatif politika yaratmak için çıkar yol olarak görüyor. Musul’daki tahkimatın nedeninin IŞİD olmadığını görmek için bölge uzmanı olmak gerekmiyor. AKP, Şiilere karşı Sünni hattı güçlendirmeye çalışıyor. Ayrıca Katar-Türkiye enerji işbirliğine karşı çıkan Bağdat yönetimi, bu projeye gözdağıyla evet dedirtmek isteniyor. Zaten Türkiye’nin askeri tahkimatı, Erdoğan’ın Katar ziyaretinin hemen ardından uygulamaya konuldu. Bağdat hükümeti ise Türkiye’nin beklediğinden daha sert bir çıkış yaparak Arap Birliği’nden BM’ye kadar uzanan karşı diplomatik hamleye girişti.

AKP Türkiye’nin operasyonel kapasitesinin üstünde bir oyuna sırf Saray hanedanının ve partinin gücünü konsolide etmek adına taraf oldu. Bir başka ifadeyle cin olmadan adam çarpmaya kalktı. İçeride yürüttüğü savaşı normalleştirmek için dış politikadaki gerilimleri kullanmaya çalışmak kısa vadede iktidar lehine sonuç vermiş gibi görünse de bu strateji tüm Türkiye ve bölge halkları için başlı başına bir tehdit. Saray, “Türk tipi başkanlığa” desteği arttırmak için başka maceralara da girişebilir ve bu süreçte para-militer güçlerle ve taşeron örgütlerle yapılan işbirliği boyut değiştirebilir hatta Musul’daki gibi işgal denemeleri yapılabilir. Bölgede vekalet savaşı yürütenlerin hesaplarına güvenemeyeceğimize göre hem ülke içinde hem de bölgede kirli hesapları afişe etmek ve alternatif inşa etmek için demokratik mücadeleyi içeride haziranlaştırmak, sınır ötesinde ise anti-emperyalist cepheyi genişletmek gerekiyor.