Ralf ile oteldeki odalarımıza çıkıyoruz. Asansörde, konuşmalarından oteldeki bir düğüne geldikleri belli olan ve alkolün orta karar güzelleştirip epey sevimli yaptığı üç genç kadın da var. Aralarındaki eğlencenin malzemesi ben ve Ralf. İçlerinden birisi, “Ben kocamı buldum. Karşımdaki batılı adamla (ben) evleneceğim” dedi. Bir diğeri, “Ben de öbürüyle. Gelinliğimizi giyelim ve kocalarımızla düğüne inelim” diye eğlenceyi sürdürdü. Böyle pür neşe olduklarına göre, belli ki çok eğleniyorlar. Şahane bir alkol güzelliği…

Ralf’e, “Seninle evlenmeyi düşünüyor” dedim. Kocaman bir kahkaha attı ve “Karım beni mahveder” dedi. Ralf’i gözüne kestiren genç kadına döndüm ve “Evli olduğunu söylüyor” dedim. Verdiği tepki insanın alkol güzeli kafayla ne kadar şaşırabileceğinin resmi gibiydi. Şaşkınlıktan bakışları bir an dondu, yüzüne mahcup bir gülümseme geldi ve elleriyle yüzünü kapatıp arkadaşlarına “dilimizi biliyor” dedi, “Hay böyle şansın…” dercesine. Bana göz koyana dönüp “Ben evli değilim ama bu konuyu yarın sabah konuşalım” dedim. İnecekleri kata gelince eğlence bitti. Asansörden koluma sırayla birer şaplak atarak indiler, “Eğlencemizi böldün ve bizi utandırdın” der gibi.

Alkolle böyle sarmaş dolaş olan insanları burada ancak düğün, kutlama gibi özel günlerde görebilirsiniz. Yoksa Çinliler için pek alkol sever insanlar diyemem. Sosyalleşme ortamlarında bazen bir iki bira veya biraz şarap içtikleri olur. Pahalı olduğundan değil; alkolün de eğlencenin bir parçası veya aracı olabileceğine dair gelenek-kültür oluşmadığından. Yoksa buranın nefis biraları ve şarapları su kadar ucuz desem yeridir. Bu açıdan şanslı sayılırız. Ne de olsa başımızda içki içenlerden (aslında, laik, çağdaş insandan) ölesiye nefret eden ve onlara kötülük etmek için alkole yüzde seksen vergi bindiren bir arkaik siyasal İslamcı kafası yok. İlkel islamo-faşist akıl alkole yüzde seksen vergi koyunca, herhalde haram olan alkolden alınan verginin/payın da helal olduğunu sanıyor. Böylece, o haramdan alınan pay ile cami yaptırabilir ve içinde ibadet edip sevap kazanabilirsin, Kuran ve mealini bastırabilir ve hatta Kâbe’ye yardımda bulunabilirsin.

Neyse, ben konuya döneyim. Zira rakı gibi insanlığa güzellik sunan bir mevzuda “nefret sarhoşu” bir kötülük abidesinin yeri yok. Çinliler için alkol sever insanlar sayılmazlar dedim; ama bunun bir istisnası var: İç bölgelerden geçen nehirlerin boylarındaki balıkçı köyleri. O bölgelere yaptığımız bir gezide arkadaşım balıkçılarla içki içmemem konusunda beni uyarmıştı. Haklıymış. Şeker kamışından/pirinçten elde ettikleri alkolü sek içiyorlar. Meze ise kurutulmuş balık. Alkol oranı bence yüzde altmışın üstünde olan bu içkiden bir yudum aldım ve nefesim kesildi. Kendime gelebilmek için kurutulmuş balıktan bile yedim, o kadar yani.

Buradaki ilk yıllarımda en çok özlemini çektiğim şeylerden biri de rakıydı. Rakıyı az içerim ama çok severim. Günün akşama döndüğü o melankolik saatlerde iki duble atmazsam o günü eksik yaşanmış sayarım. Sonunda, tedarik etme zorluklarından bezdim ve kendim yapmaya karar verdim. Epey zor oldu ama uğraştığıma değdi. Seksen altı yaşında bir Çinli ustanın yaptığı bakır imbikle içimine doyum olmaz rakılar yapmayı başardım. Hem de ne rakılar; içen Türk dostlara “Rakı buysa, memlekette içtiğimiz o şeyler ne peki” dedirten, zerre kadar çiğ alkol kokusu ve tadı olmayan rakılar… “Çin rakısı” adını verdiğim (ve ne yazık ki memlekette bulamayacağınız) rakılar…

İlk başlarda, bilmedikleri bu içkiye kuşkuyla bakan Çinli dostlar zamanla “Çin’e özgü çilingir sofrası” kurabilecek kadar iyi birer rakı dostu oldular. Bunlar ortalama içki kültürü olan ve “Rakı bir başka” diyen insanlar. Su katınca beyazlaşan bir içki ve içerdiği aroma onları büyüledi desem abartı olmaz. Özellikle arkadaşım ince belli çay bardağı ile adeta bir bitki çayı içer gibi içiyor. Öyle bir süzerek, o kadar keyifle yudumluyor ki, onu gören bir Çinlinin rakıya daha içmeden meftun olması işten değil.

Neyse, burada gün akşama dönüyor, haydi sağlığa…